Mimar Sinan Gezi Yolu; “Bir Payıtahttan Diğerine Yolculuk”

Mimar Sinan…

16. Yy’dan günümüze kadar gelmeyi başarmış, her biri birer azamet ve zerafet timsali, İslam’ın ve Osmanlı’nın poltik gücünün dışa vurumu olan eserleri ile Türk mimarlık tayrihinin zamana ruh üfleyen büyük ismi o. Çağdaşlarının ve günümüz mimarlarının gözünde dönüp dönüp “ders” diye okunası sırlı bir kişilik; oysa ki kendi deyimiyle tevazunun zirvesinde “El fakir-ül hakir Sinan”.

Osmanlı’nın “muhteşem yüzyıl”ına tanıklık etmiş; Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman, Sultan 2. Selim ve Sultan 3. Murat’a hizmet etmiş bir bilge kişilik…

Bir asıra varan ve sürekli çalışarak, üreterek geçen ömründe ( 98 yaşında vefat etmiştir…) Osmanlı’nın üç kıtaya yayılmış coğrafyasında ; 92 cami, 55 mescit, 55 medrese, 7 dar’ül kurra, 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 6 su yolu, 10 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 48 hamam ve 8 mahzenden oluşan toplam 375 yapı ile belki de kendi “muhteşem yüzyıl”ını inşaa etmiş bir “dahi”…

Koca Sinan’ın Trakya’da bıraktığı eserleri ele alan; “Mimar Sinan Gezi Yolu; Bir Payıtahttan Diğerine Yolculuk” isimli içeriğimizde, onun eserlerinin izini sürerek Büyükçekmece‘den Edirne‘nin Havsa ilçesine uzanan bir yolculuğa çıkacağız.

Osmanlı’nın ikinci payıtahtı, kadim şehir Edirne’nin merkezinde yer alan,“Ustalık eserim…” dediği Selimiye Külliyesi başta olmak üzere Koca Sinan’ın bu şehirdeki diğer eserlerini ise “Mimar Sinan Gezi Yolu; Edirne” isimli içeriğimizde siz değerli okuyucularımızla buluşturacağız.

Mimar Sinan Hakkında…

Türk mimarlık tarihinin en büyük isimlerinden biri olan Mimar Sinan Kayseri’nin Melikgazi ilçesine bağlı Ağırnas Köyü’nde 1490 tarihinde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Sinaneddin Yusuf – Abdulmennan oğlu Sinan’dır. Baba adı gerçekte Abdülmennan olmayıp, Osmanlı’da din değiştirip İslam’a geçen devşirmelerin baba adları “Allah’ın kulu” manasında Abdullah, Abdurrahman ya da Abdülmennan isimlerinden biriyle ikame edilmesi sebebiyle bu isimle anılmıştır.

Daha önceleri Rumeli’den uygulanan devşirme sisteminin Anadolu yerleşimlerinden de yapılmasını emreden Yavuz Sultan Selim döneminde, 1512 yılında Hristiyan bir devşirme olarak İstanbul’a gelmiştir. Onun yörede yaşayan Hristiyan Türkler’den olduğunu ileri süren görüşler, şeceresine ulaşılabilen yakınlarından pek çoğunun isimlerinin Türkçe oluşunu dayanak göstermektedir.

Bu bilgiye en sağlam kaynak Sultan 2. Selim’in bir fermanıdır. Sultan 2. Selim Kıbrıs’ın fethinden sonra Kayseri civarından halkın Kıbrıs’a sürülmesini emretmiş; Kayseri Akdağ kadısına “Agrianos ve diğer köylerde oturan mimarlarımın başı’nın akrabalarını Kıbrıs’a sürülmek için deftere yazılmış olsalar dahi defterden çıkarınız.” hükmünü yollamıştır.

İstanbul’a gelen Mimar Sinan 1512’de Yeniçeri Acemi Oğlanlar Ocağı’na yerleştirilir. Osmanlının mükemmel devşirme sistemiyle Türk kimliğini özümseyen ve kendini yetiştiren Sinan Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılındaki İran ve Mısır seferlerine atlı sekban olarak katılır. O gittiği her yerde ilgi alanı olarak o bölgelerin mimarlık unsurlarını yakından tanıma, bilgi ve becerisini geliştirme imkanı bulur.

Bu durum Sai Mustafa Çelebi tarafından Mimar Sinan’ın ağzından kaleme alınan Tezkiretü’l Bünyan ve Tezkiretü’l Enbiye isimli eserlerde şöyle nakledilir :

“Bu değersiz kul, Sultan Selim Han’ın saltanat bahçesinin devşirmesi olup, Kayseri sancağından oğlan devşirilmesine ilk defa o zaman başlanmıştı. Acemi oğlanlar arasından sağlam karakterlilere uygulanan kurallara bağlı olarak kendi isteğimle dülgerliğe seçildim. Ustamın eli altında, tıpkı bir pergel gibi ayağım sabit olarak merkez ve çevreyi gözledim. Sonunda yine tıpkı bir pergel gibi yay çizerek, görgümü artırmak için diyarlar gezmeye istek duydum. Bir zaman padişah hizmetinde Arap ve Acem ülkelerinde gezip tozdum. Her saray kubbesinin tepesinden ve her harabe köşesinden bir şeyler kaparak bilgi, görgümü artırdım. İstanbula dönerek zamanın ileri gelenlerinin hizmetinde çalıştım ve yeniçeri olarak kapıya çıktım. “

Yavuz Sultan Selim’den sonra Kanuni Sultan Süleyman döneminin yükselişine şahitlik yapacak olan Sinan, sultanın 1521 Belgrad, 1522 Rodos, 1526 Mohaç, 1526 Irakeyn seferlerine katılır. Bu seferlerle birlikte Osmanlı askeri sistemi içerisinde çeşitli rütbelere getirilerek yararlılık gösteren Sinan’ın asıl kendini göstermeye başladığı anlardan biri Irakeyn seferidir. Van Gölü geçişinde kullanılacak gemilerin yapımında yararlılık gösteren Sinan böylece Haseki rütbesini aldı 1536 Senesinde Reis-i Mimar an-ı Dergah-ı Ali (Yüksek Dergah Mimarları Başkanı ) görevine gelir.

1538 Yılında Kanuni’nin Kara Boğdan üzerine seferinde, Prut Nehri’nin bataklıkları üzerine bir türlü köprü kurulamayınca Damat Lütfi Paşa tarafından bunu becerebilecek kişi olarak Kanuni’ye tavsiye edilecektir. Sinan sadece 2 hafta gibi kısa bir sürede nehir üzerine ahşaptan bir köprü inşa ederek askerin geçişini sağlayınca Kanuni’nin övgüsünü alacak ve o vakitten sonra Sinan’ın yükselişi başlayacaktır. Bu tarihten sonra Sinan artık “Hassabaşı”dır. ( Baş mimar )

Mimar Sinan yaşadığı çağın sosyal, kültürel, politik ifadesinin timsali, azamet ve zerafetle yüklü; 92 cami, 52 mescit, 55 medrese, 7 darül-kurra, 20 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane), 6 su yolu, 10 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 365 eser vermiştir.

Türk-İslam mimarisinin zirvesinde pek tabiî ki Sinan Camileri gelir. Koca Sinan bu konudaki deneyimlerinden bahsederken şöyle der:

“Kalfalığımı İstanbul’daki Şehzade Camisi’nde yaptım. Ustalığımı da Süleymaniye Camisi’nde tamamladım. Fakat bütün gücümü bu Sultan Selim Han Camisi’ne sarfedip uzmanlığımı gösterdim ve anlattım. Öyle büyük bir cami yaptım ki Edirne içinde bütün halkın beğenisine layıktır.”

Kubbeli mekanlar mimarisinde en mükemmeli arayışı Edirne’deki Selimiye Camii’nde zirve yapar. Kaldı ki, İstanbul haricinde yaşamı boyunca başından hiç ayrılmadan eser verdiği tek şehir Edirne olur. Buradaki yaşantısı sırasında çok sevdiği torunu Fatma’yı kaybeden Mimar Sinan onu Edirne’ye defnedecek, bir rivayete göre Edirne’deki meşhur “ters lale” motifini bu üzüntüsünün ifadesi olarak bu muazzam camide nakşettirecektir.

85 Yaşındayken yaptığı ve “Ustalık eserim…” dediği Selimiye’de mimari öğelerin zenginliği, ışık etkisi ve işlevsellik gibi öğeleri gözeterek, kubbeli mekanlarda azamet duygusunu yükselten mekansal genişliği kendisinden önceki ya da çağdaşı hiçbir mimari eserde rastlanmayacak ölçülere taşımayı başarmıştır.

Mimar Sinan yapıtlarında işlevsellik ile zerafet, mimari teknik ile sanatçılık yönünü çok iyi dengelemiş, kendisinden sonra geleceklere çağlar boyunca ilham olmuştur. Rumeli’den Anadolu’ya, Mısır’dan Arap Yarımadası’na değin uzanan çok geniş bir coğrafyada eserler verirken, yapıtları etrafında bir yaşam alanı olarak gelişebilecek mekanları da düşünmüş, bir şehir planlamacısı gibi öngörülü bir persfektiften bakmayı tercih etmiştir.

Yavuz Sultan Selim dönemini de gören ve 1538 yılında Hassa başmimarı olan Sinan bu görevini I. Süleyman, II. Selim ve III. Murat zamanında 49 yıl süre ile yapmıştır. 1588 Yılında 98 yaşında hayata gözlerini yuman Mimar Sinan’ın mezarının bulunduğu türbe, İstanbul Müftülüğü’nün sütunlu kapısından çıkınca hemen solda, iki caddenin kesiştiği noktada Fetva Yokuşu başında sağda, Süleymaniye Camii’nin Haliç duvarının önünde, beyaz taşlı sade bir türbedir.

Sinan‘ın Topkapı Sarayı arşivinde 1661 No.da kayıtlı Kanlıca’daki İskenderpaşa Hamamı inşa defterinde imza ve mührü vardır. İmzası ”El-fakir Sinan Ser-i mimaran-ı hassa” şeklindedir. Beyzi mühürünün ortasında da talik ile ”El -fakir-ül-hakir Sinan” ve kenarında da: ”Bende-i miskin kemine derdmend- Ser-i mimaran-ı hassa müstmend” yazılıdır.

MİMAR SİNAN GEZİ YOLU

Bir Payıtahttan Diğerine Yolculuk
Büyükçekmece’den Havsa’ya
İSTANBUL

BÜYÜKÇEKMECE

İstanbul şehir merkezinde yer alan Mimar Sinan yapılarını sahip oldukları konsept çerçevesinde ayrı rotalar olarak değerlendirip gezebilmek mümkündür. Oysa ki İstanbul’dan Edirne’ye doğru Mimar Sinan eserlerinin izini sürmek isteyenler için, “Sinan’a Saygı Projesi” çerçevesinde Çekül Vakfı’nın önermeleri arasında da yer alan Büyükçekmece bu rotanın en doğru başlangıç noktasıdır.

İstanbul’un önemli ve en bilindik ilçeleri arasında yer alan Büyükçekmece, Topkapı Sarayı’nı merkez aldığımızda İstanbul’a yaklaşık 35 km uzaklıkta yer almaktadır. Burası Mimar Sinan yapılarını birbirine yakın mesafelerde ve bir bütünlük içerisinde görebilmek için doğru adrestir.

Öte yandan Büyükçekmece Osmanlı döneminde de Rumeli güzergahına yönelen sefer yollarının, av yollarının ve ticaret yollarının İstanbul’dan çıkış noktasıdır. Bu bölgenin o dönemde İstanbul merkezinin hayli dışında olduğu düşünüldüğünde, Rumeli yönüne gidecekler için ilk “menzil” merkezinin burası olması çok anlaşılır bir durumdur.

İş bu sebepten; Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlandığı kaynaklardan anlaşılan fakat bazı yapıların bitirilmesinin Sultan 2. Selim ( Sarı Selim ) dönemine nasip olduğu yapılar bütünlüğüne bu bölgede rastlıyoruz. Sefer yahut ticaret kervanlarının maddi manevi ihtiyaçlarına hitap edebilecek şekilde tasarlanan bu yapılar arasından günümüze gelebilenler buranın küçük bir külliye gibi tasarlandığı savını desteklemektedir.

Günümüze çeşitli mimari kayıplar ve değişikliklerle ulaşabilmiş, günümüzde Büyükçekmece gölünün doğu ucunda bulunan “Kültür Park” olarak bilinen alan içerisinde ve çevresinde yer alan bu yapılar şunlardır :

  • Sultan Süleyman Kervansarayı ( Kurşunlu Han )
  • Sokollu Mehmet Paşa Mescidi ( Köprübaşı Camii )
  • Sultan Süleyman Çeşmesi
  • Sultan Süleyman Köprüsü ( Mimar Sinan Köprüsü )

SULTAN SÜLEYMAN KERVANSARAYI

( BÜYÜKÇEKMECE KERVANSARAYI – KURŞUNLU HAN )

Yukarıda bahsettiğimiz üzere, Büyükçekmece dönemin Osmanlı coğrafyasında İstanbul’un Rumeli’ye açılan kapısıydı. Osmanlı’nın İstanbul merkezinden Rumeli yönüne doğru uzanan sefer yolları, av yolları ve ticaret kervanlarının kullandığı ticaret yolları için burası bir “menzil” ( konak yeri ) görevi görüyordu.

Kanuni Sultan Süleyman özellikle ticaret erbabının güvenle seyahat edebilmesi, konaklayıp maddi manevi ihtiyaçlarını giderebilmesi için belli aralıklarla menzil külliyeleri yapılmasına önem vermiştir. Bu sebeple Mimar Sinan’a bu bölgede ilgili ihtiyaçlara cevaz veren bir külliye yapılmasını emretmiştir.

Bu yapılar topluluğundan günümüze ulaşabilenler arasında Sultan Süleyman Kervansaray’ı muhtemeldir ki yapımına ilk başlanan eserdir. Yapının sonradan değişikliğe uğrayan çatısı orjinalinde kurşunla kaplı olduğu için “Kurşunlu Han” diye de bilinmektedir. Günümüzde ise bulunduğu ilçe sebebiyle halk diline daha kolay geldiği için “Büyükçekmece Kervansarayı” diye dillendirilmektedir.

Sultan Süleyman Kervansarayı, bu yapılar bütünlüğünü tamamlayan en dikkat çeken eser olan ve Büyük Çekmece göl ağzında bulunan Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü’nün doğu ayaklarının yaslandığı düzlükte yer alır. Kervansaray günümüzde Büyük Çekmece Belediyesi’nce “Kültür Park” adıyla hizmete sunulmuş alan içerisinde yer almaktadır.

Büyükçekmece Kurşunlu Han

Büyükçekmece Sultan Süleyman Kervansarayı’nın külliyede inşa edilen ilk yapı olduğu kaynaklardan anlaşılsa da, kitabesi günümüze ulaşamadığı için bunu ancak kervansarayın yakınında bulunan Sultan Süleyman Çeşmesi’nin kitabesindeki tarihle ilişkilendirebiliyoruz. Külliye içerisindeki yapılar bütünlüğü içinde yer alan çeşmenin kitabesindeki tarih hicri 974/ miladi 1566 senesini işaret etmektedir. Kitabeden ve diğer kaynakların işaret ettiği üzere; külliye bütünlüğü içerisindeki bu kervansarayın da dolayısıyla Kanuni Sultan Süleyman’ın son seferi olan Zigetvar Seferi’ne çıkarken yapılmaya başlandığı hususunda fikir birliğine varılmıştır.

Taş, tuğla ve derz malzemeden inşa edilen kervansaray 48 X 22.30 m. Boyutlarındadır. Kuzeybatı güneydoğu ekseninde uzanan yapının ana giriş kapısının güneydoğuya konumlandırıldığı, buna karşılık bu kapının günümüzde orijinal halini korumadığı tespit edilmiştir.

Dikdörtgen uzanışlı ve çatıyı tutan destek dizilişi ahır bölümüne ana giriş kapısının açıldığı bir ara mekandan yay kemerli bir kapı ile girilmektedir. Ahır bölümünde kervansarayın çatısını ayakta tutan orta ekseni ile sağlı sollu uzun kenarlara yakın konumlandırılmış direkler orijinalinde ahşap olması gerekirken, son bakım onarımlarda beton hale dönüştürülmüştür.

Çatıyı her iki uzun duvar boyunca tutan direkler dizisinden duvarlara kadar olan kısım orta zemine göre yaklaşık 80 cm daha yüksekte konumlandırılmıştır. Bu bölümlerin konaklama alanı olarak ayrılmış olduğunu her iki duvar boyunca dönüşümlü konumlandırılmış yay kemerli ve dışa taşkın üçgen alınlıklara sahip 12 ocak ve 24 nişin varlığı ile anlayabiliyoruz. Şu durumda ortada yer alan ve daha alçak konumlanmış kısım hayvanların bağlanması için kullanılmış olmalıdır.

Yapının kuzey ve güneyde yer alan uzun cepheleri, düz yüzeyler halinde olup üsten bir saçak bordürü ile sınırlanır. Buna karşılık yapının kuzey cephesi farklı bir yoruma sahiptir. Bu cephede sonradan bir giriş açılmışsa da iki sıra halindeki mazgal açıkları orijinaldir. Bu mazgal sıraları üzerinde alta 7 üstte 4 adet tuğla sivri kemerli mazgal pencereler, bezemeli taş şebekeli ifadesi geometrik geçme bezeme ifadesiyle bu cepheyi vurgulamaktadır.

Büyükçekmece Sultan Süleyman Kervansarayı’nın mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ndedir. Kurum tarafından 1965-1966’ restore edildikten sonra bir süre ayçiçeği deposu olarak kullanılmıştır. Kervansaray 1988 yılında daha dikkatli ve çevre düzenlemesiyle bütünlük gösterecek şekilde onarılmıştır. Günümüzde kültür-sanat faaliyetleri için belli dönemlerde açık tutulmaktadır.

Yapının Mimar Sinan eseri olduğunu destekleyen kaynaklar; Risale-i Tezkiretü’l Ebniye, Tezkiretü’l Bünyan, Tuhfetü’l Mimarin’dir.

BÜYÜKÇEKMECE SOKOLLU MEHMET PAŞA MESCİDİ

( KÖPRÜBAŞI CAMİİ )

Sokollu Mehmet Paşa Mescidi, Külliye topluluğu içerisinde aynı zaman diliminde yapıldığı anlaşılan bir diğer Mimar Sinan eseridir. Külliyedeki yapıların genel sahibi ve pek çoğunun onun ismiyle anıldığı Kanuni Sultan Süleyman’ın değil de onun kudretli veziriazamı Sokollu Mehmed Paşa’nın adıyla anılmaktadır.

Köprübaşı Camii - BüyükçekmeceKanuni Sultan Süleyman Köprüsü’ne yakınlığı ile halk arasında “Köprübaşı Camii” olarak da bilinen Sokollu Mehmet Paşa Mescidi’nden günümüze orijinal haliyle, yekpare taştan oyulmuş ve örneği Mısır’da bulunan minaresi ulaşmıştır. Kervansarayın hemen karşısında bulunan caminin bahçe duvarına bitişik konumda Sultan Süleyman Çeşmesi yer almaktadır.

Orijinal olarak günümüze sadece minaresi ulaşan ibadethanenin son cemaat yeri ahşaptır ve çok sonradan ilave edilmiştir. Taş oyma caminin yarattığı atmosfer ilk dönemlerde bir açık hava namazgahı gibi de kullanılmış olabileceği savını desteklemektedir. Mimar Sinan eserleri hakkında bilgi sahibi olduğumuz kaynaklarda adı geçen eserin külliye bütünlüğündeki diğer yapılarla aynı tarihlerde yapımına başlandığı ( 1566 ) kabul edilmiştir.

BÜYÜKÇEKMECE SULTAN SÜLEYMAN ÇEŞMESİ

İstanbul’da Büyükçekmece ilçesinde, diğer eserlerle birlikte “Kültür Park” alanında bulunan Kanuni Sultan Süleyman Çeşmesi 1566 yılında, Kanuni Sultan Süleyman Zigetvar Seferi’ne çıkarken inşa edilmiştir.

Çeşme klasik üslupta ve üç kanatlı olarak inşa edilmiştir. Önünde masnum kitabesi bulunan Büyükçekmece’deki Sultan Süleyman Çeşmesi’nin her bir kanadında birer çeşme ve önünde yalağı vardır. Ayna taşı üzerinde yer alan muhakkak hat ile yazılmış kitabesinde yer alan ifadede tarih verilmiştir ve şöyle yazmaktadır :

Kanuni Sultan Süleyman Çeşmesi - Büyükçekmece

Kaçan bu çeşmesarı iddi bünyâd / Süleyman Han Sultan-ı muzaffer

Didi tarihin ânın ehl-i tarih / Yine akdı cihana ab-ı kevser

Sene 974 (M.1566)

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN KÖPRÜSÜ

( BÜYÜKÇEKMECE MİMAR SİNAN KÖPRÜSÜ )

Mimar Sinan’ın eserleri hakkında bizi doğrudan bilgi sahibi yapan tezkirelerde adı geçen Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü, Büyükçekmece göl ağzı üzerinde kurulu olup, Büyükçekmece ile karşı kıyıdaki Mimar Sinan yerleşimlerini kavuşturmaktadır.

Tarihi kaynaklardaki aktarımlardan, Bizans döneminde ve Osmanlı’nın bölgede varlık gösterdiği ilk zamanlarda burada başka bir köprü olduğundan haberdar oluyoruz. Lakin günümüzde Büyükçekmece Gölü’nün ufkuna Koca Sinan tarafından mühür gibi nakşedilen şimdiki köprünün yapımına Kanuni Sultan Süleyman’ın Zigetvar Seferi’ne çıkmazdan hemen evel başlanmış (1566 ), Kanuni Sefer’de vefat edince bitirilmesi oğlu Sultan 2. Selim’e ( 1667 ) kısmet olmuştur.

Şair Nakkaş Sai Mustafa Çelebi tarafından kaleme alınan tezkirelerde, Mimar Sinan’ın ağzından ifadeyle köprünün yapılışı ile ilgili şu dizeler yer alır :

“Buyurdu bendesine Hazret-i Şah,

Yapam bir köprü deryaya ola rah,

Çekip kavs-i kuzah gibi kemerler,

Ki yeksan ola halka bahr ile ber”

Halk arasında kolay söylenişi ve mimarından sebep “Mimar Sinan Köprüsü” de denilen Büyükçekmece Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü 4 ayrı köprünün birleşiminden meydana gelmiştir. Bunun sebebi köprüyü geniş göl ağzının tabanına oturtmanın zorluğudur. Mimar Sinan bunu göl ağzındaki yapay adacıklar üzerine konumlandırarak ve bu dört köprüyü bir bütünlük oluşturacak şekilde selyaranlar ile bağlayarak sağlamlaştırmıştır.

Prof. Dr. Ünal ÖZİŞ’in “Mimar Sinan Köprüleri” çalışmasında yer alan tespitlerine göre; köprünün Büyük Çekmece yönüne doğru olan ilk iki kemerdeki gözler 7 tanedir ve bu gözlerin azami kemer açıklıkları 7-9 m. arasında değişmektedir. İlk kemer 157 m. ikincisi ise 135 m.dir. Üçüncü kemer 5 gözlü ve azami açıklığı 7 metredir. Bu kemerin uzunluğu ise aynı çalışmada 101 m. olarak verilmiştir. Mimar Sinan yakasına yaslanan son kemer ise 184 m. olup 9 gözlü ve azami kemer açıklığı 12 m. olarak kayda girmiştir. Köprü 7.17 m. genişliğinde olup, kemerlerdeki gözlerin yükseklikleri birbirine eşit değildir. Bu durum köprünün inişli çıkışlı yapısından sebeptir.

Büyükçekmece Mimar Sinan Köprüsü - Emrah ŞAHİN

Köprüyü öne çıkartan bazı mimari ayrıntılar göze çarpar. Bunlardan ilki köprünün bu geniş göl ağzına inşa edilmesi sırasında rastlanan zorlukların aşılması ile ilgilidir. Tezkiret’ül Bünyan’da bu durum şöyle dile getirilmektedir :

“Her ayağına bir kalyon misal sanduka çatulup ab-ı deryayı dolandılar ve büyük tulumlar ile Süleyman devleri çeküp boşalttılar ve ziba muhkem sütunlardan iki üç adet adem boyu kazıklar şahmerdi ile aralarına kurşun akutup yekpare şeklen bağlandı.”

Oldukça uzun olan bu köprü üzerinde dinlenmek, sohbet etmek yahut seyir için balkon köşkler bulunmaktadır. Köprünün Mimar Sinan yerleşimi tarafına yakın olan dördüncü kemeri üzerindeyse karşılıklı iki kitabe yer alır. Şair Hüdai’nin beyitleri devrinin ünlü hattatı olan Derviş Mehmed’in elinden çıkmıştır. Bunun kitabede de vurgulandığı beyitler şöyledir :

“Hazret-i Sultan Süleyman kim ana

Şâhirâh ola Sırat-ı müstakim

Başladı bu hayrı olmadın temam

Kıldı azm-ı sâ-yı cennet-ün naim

Geldi anı zıll-iHak Sultan Selim

Etti tekmil oldu bir cisr-i azim

Dedi tarihin Hüdâyi ol zaman

Yaptı âb üzre bu cisri şeh selâm

Ketebehu Derviş Muhammed”

Bu kitabenin sağında yer alan mermer levhada Kelime-i Şehadet yazarken; solunda ise Mimar Sinan’ın diğer eserlerinde bulunmayan imzası yer almaktadır. Bu orijinal imza 1962-63 yıllarındaki onarımlarda sökülmüş fakat akibeti bilinmemektedir. Onun yerine şimdiki taklidi olan imza eklenmiştir. Bu imzada Mimar Sinan “Abdullah oğlu Yusuf” ismini kullanmıştır. Mimar Sinan bu ismi bir tek bu köprüde ve Tezkiretü’l Ebriye’nin yazma nüshasında kullanmıştır.

Bu kemerin diğer yakasında yer alan ve 2.36 X 0.83 boyutlarındaki kitabede ise yine Derviş Mehmed elinden şu dizelerde Sultan 2. Selim Han, mealen şöyle övülmüştür :

“Allah onu ve bizzat çalışanlara mağfiret etsin. Bu güzel köprünün ve değerli geçidin temelini Allah-ı Teâlanın rızası için Selim Hanın oğlu Sultan oğlu Sultan, Sultan Süleyman attı (Yarabbi onu sırat ve mizanın tehlikesinden koru). Bunu müteakip merhum mağfur deni dünyadan canibi rahmet ve cennete intikal etti. Sonra en büyük Sultan, Ulu Hâkan Arab ve Acem’in meliklerinin efendisi, dünyada ve âhirette Allah’ın gölgesi ve Sultan Osman’ın oğlu Sultan Orhan’ın oğlu Sultan Murad’ın oğlu Sultan Bayezid’in oğlu Sultan Selim’in oğlu Sultan Süleyman’ın oğlu Sultan oğlu Sultan Selim onun tahtı saltanatına câlis oldu ve 975 senesinde o köprüyü tamamladı. Zamanın sonuna kadar devletini ebedi kılsın ve saltanatını idame etsin. Allah Kur’anın hürmetine ikisinin hayratlarını kabul etsin.”

Uzun yıllar araç trafiğine de açık kalmış köprü, paralelinde ve denize daha yakın bir mevkide yapılan Edirne-İstanbul devlet yolunun hizmete açılmasıyla bu işlevini yitirmiştir. En son bakım onarımı 1980’li yılların ikinci yarısında geçiren köprü ilçenin en bilindik sembolüdür.

ÇATALCA

DAMAT FERHAD PAŞA CAMİİ

Damat Ferhad Paşa Arnavut asıllı bir devşirme olarak Enderun’da yetişmiş ve Osmanlı’da çeşitli görevlerde bulunarak göz dolduran bir şahsiyet olmayı başarmıştır. Onu en bilinir yapan tarihsel anekdotlardan biri; Zigetvar Seferi’nde hayatını kaybeden Sultan Süleyman Han’ın naşının onun nezaretinde İstanbul’a geri getirilmesi hadisesidir.

Osmanlı’daki yönetici kadroları arasındaki çalkantılardan nasibini almış bir isimdir Ferhad Paşa. Kendisi gibi Arnavut bir devşirme olan Sinan Paşa ile çekişmeleri zaman zaman gözden düşmesine, devlet zafiyeti hissi uyanmasına sebep olmuşsa da, tarihçiler işini bilen, görevini yerine getiren bir isim olduğu hususunda hemfikirdir.

“Küçük Külliye” diye de anılan bu yapılar topluluğu İstanbul’un Çatalca ilçesinde bulunur. Çatalca o dönemler için padişah ve çevresindekilerin ava çıktıkları, ormanlarla kaplı Istranca Dağları’nın eteklerinde bir yerleşim yeriydi.

Damat Ferhad Paşa tarafından yaptırılmış külliye ile ilgili tarih bilgilerine cami kapısı ve çeşmesinde yer alan kitabelerden ulaşıyoruz. Caminin cümle kapısı üzerindeki iki satırlık kitabede “Sahibü’l hayrat ve’l hasenat Merhum Ferhad Paşa’nın ruhiyçün Fatiha, sene 1006” yazmaktadır. Buradan Ferhad Paşa’nın cami bitirilip kitabe yerine konduğunda hayatta olmadığını öğreniyoruz.

Buna karşılık bu kitabe caminin yapılış tarihini belirlerken, banisi konusunda kafa karışıklığı yaratmıştır. O dönem için iki Ferhad Paşa’dan söz edilmektedir ve bu kişinin Osmanlı Sadrazamı Ferhad Paşa olduğu ileri sürülmüştür. Zira Ferhad Paşa cami üzerindeki tarihten yalnızca iki sene evvel hayata gözlerini yummuştur. Dolayısıyla kitabede “Merhum” lafzının geçmesi anlaşılabilir bir durumdur. Oysa ki Apdullah KURAN bu kişinin Şehzade Mehmed’in kızı Hüma Hatun ile evli olan “Damat Ferhad Paşa” olduğunu ortaya koymuştur.

Gelgelelim yapıdaki kitabede hicri 1006 yılında ( 1597-98 ) yapıldığından bahsedilmektedir. Fakat bu kitabe orijinal olmayıp, Balkan Savaşları’nın ağır tahribatı sonrası külliyenin aldığı yaralar sarılırken yenilenmiştir.

Mütevazı ölçüde yapılarıyla “Küçük Külliye” diye anılmıştır. Cami, çeşme ve sıbyan mektebinden oluşan yapılar birliktelik gösterir. Mimar Sinan eserlerini doğrulayan en güçlü kaynaklar olan Tuhfet’ül Mimarin, Tezkiret’ül Ebniye ve Tezkiret’ül Bünyan’da Çatalca’da yer alan hamam yapısından da “Sinan eseri” olarak bahsedilir.

Mimar Sinan elinden çıkan cami binası kare planlı olup merkezi bir kubbeye sahiptir. Yapıya dahil iç revak üç birimlidir. Üzeri kubbeyle kaplı olup, dört sütunun taşıdığı kemerli bir düzenlemeye sahiptir. Bu bölümün gerisinde ise camekanla kaplı bir dış revak yer alır.

Kesme taştan minaresi çokgen gövdelidir. Caminin kuzeybatı köşesinde konumlanmıştır. Şerefe altı mukarnaslı, külah altı ise firuze çini bezemeleriyle dikkati çeker.

Tek kubbeli bir sıbyan mektebine sahip olup bu bölüm bir süre kütüphane olarak görev yapmıştır. Cami ile bu sıbyan mektebi arasında bir haziresi bulunur. Bu hazirede 18. ve 19. yy’da Osmanlı topraklarına sığınan Kırım hanları ve ailelerinin mezarları yer alır.

Damat Ferhad Paşa’nın Çatalca’da yaptırdığı bu küçük külliyeyi bütünleyen yapılar arasında caminin bahçe duvarına konumlanmış klasik Osmanlı üslubunda bir çeşme göze çarpar. Günümüzde faal olan bu çeşme üzerinde kitabesi yer alır. Sivri kemerli, dikdörtgen profilli çerçeveli bir cepheye sahiptir.

SİLİVRİ

MİMAR SİNAN KÖPRÜSÜ

Mimar Sinan’ın eserlerinin listesine ulaşabildiğimiz Tuhfet’ül Mimarin ve Tezkiret’ül Enbiye’de, Sultan 2.Selim fermanıyla Silivri’de yapılan bu eserden bahsedilir.

Günümüzde hala ayakta olan bu bu köprü mimarından sebep “Mimar Sinan Köprüsü”, yapıldığı yer itibarıyla da zaman zaman “Silivri Köprüsü” olarak dillendirilmektedir. Köprü İstanbul’dan Edirne’ye uzanan yolun geçit noktalarından biri üzerinde yer almaktadır. Köprü Fener Deresi ve Sülüklü Dere’nin oluşturduğu Silivri Çayı’nın denize kavuştuğu yakın bir noktada yapılmıştır. Oldukça sığ ve akarsuyun deniz kavuştuğu geniş bir yatak üzerinde yer alan köprünün denizden kotu 1.85 m. yukarıda yer almaktadır.

Uzun yıllar araç trafiğini de kaldıran Silivri Mimar Sinan Köprüsü, çeşitli dönemlerde onarımlar geçirmiştir. Bu onarımların en kapsamlısı hicri takvime göre 1114’te ( miladi 1605 ) dönemin başmimarı Dalgıç Ahmet tarafından gerçekleştirilmiştir. Yakın dönemlerde de onarımlar yaşayan köprü 2006 yılında ise şimdi kullanılan D-100 devlet yoluna bitişik yanyol ile araç trafiğine kapatılmıştır.

Silivri’nin tarihi değeri yüksek kültür varlığı olan köprü, kemer açıklıkları ve yükseklikleri birbirine eşit veya çok yakın olan kemer gözlerini ifade eden “sürekli kemerli köprü” grubunda yer alır. Bu sebeple basık kemerli inşa edilmiştir. Köfeki ve kalker taşı kullanılan yapının tampon duvarları büyük bloklarla örülmüştür. Köprünün iki yanında birbirinin eşi iki baba taşı bulunur.

Azami kemer açıklığı 7.8 m. olarak tesbit edilmiş köprü 32 göze sahiptir. O. Bozkurt ve C. Çulpan tarafından 1949-50 yıllarında ayrıntılı bilgi, fotoğraf ve rölöveleri hazırlanmış olan Silivri Mimar Sinan Köprüsü’nün uzunluğu bu çalışmalarda 333 m.olarak tesbit edilmiş, bazı kaynaklarda 348 m. olarak belirtilmesi bazı kısımların şehir dokusu altında kaybolup gitmiş olabileceğine yorumlanmıştır.

Tuhfet’ül Mimarin’de Silivri’de Mimar Sinan eseri bir de cami kaydedilmiştir ancak günümüze ulaşamamış bu yapı hakkında bilgi sahibi değiliz.

————————————————————————————-

TEKİRDAĞ

Mimar Sinan eserlerini veren kaynakların şahitliğinde Tekirdağ ili sınırları içerisinde ona atfedilen şu eserlere rastlıyoruz.

  • Semiz Ali Paşa ( Cedid Ali Paşa ) Camii / Marmara Ereğlisi
  • Sokollu Mehmed Paşa Köprüsü / Çorlu
  • Sultan Süleyman Medresesi & İmareti / Çorlu ( Günümüze ulaşamamıştır…)

Şimdi hep birlikte Koca Sinan’ın Tekirdağ ve ona bağlı yerleşimlerinde imza attığı eserlerine kaynakların şahitliğinde göz atalım.

MARMARA EREĞLİSİ

SEMİZ ( CEDİD ) ALİ PAŞA CAMİİ

Tekirdağ’ın İstanbul’a sınır ilçesi ve Marmara Denizi’nde korunaklı bir koyun ağzında kurulmuş kadim ilçesi Marmara Ereğlisi’nde bulunan camii 16. yüzyıl eseridir. Muhtemelen 1561-65 tarihleri arasında yapılmıştır. Çeşitli tarihlerde onarımlar geçiren, daha sonra eskisinin yerine yeniden yapılan camide bugün Sinan dönemini hissetmek imkansız hale gelmiştir.

Sultan Abdülaziz dönemindeki kapsamlı onarımla başlayan bu değişimle mihrabı, mimberi, kapısı ve pencerelerinin çoğu değiştirilmiştir. Sonraki dönemlerde ise taş örgülü kesme taştan dikdörtgen planlı olan caminin duvarları alçı sıva çekilerek klasik görünümünü tümden yitirmiştir. Minaresi yuvarlak gövdeli, taş kaideli ve tek şerefelidir. Yakın dönemde dışa geniş pencerelerle açılan bir son cemaat yeri eklenerek günümüzdeki görüntüye ulaşmıştır.

Görünümüne dair çok özelliğini kaybetmişse de kiremit dizgili dik çatısının biçimini ve son cemaat direkliğini koruyarak zamanımıza erişmiştir Semiz Ali Paşa Camii’nin ahşap direkli son cemaat yeri Sinan’ın sakıflı cami mimarîsine ışık tutan özgün bir örnek, birinci derecede önemli bir kaynak olmaktadır.

Sakıflı camiler önünde ahşap direklerle ayakta tutulan sade bir son cemaat yeri olan, daha çabuk ve ucuza mal edilebilen ahşap çatılı örneklerdir. Mimar Sinan döneminde kagir kubbeli Osmanlı klasik üslubunda camiler inşa edildiği düşünüldüğünde; Marmara Ereğlisi’ndeki bu denemesi farklılık arzeder.

Caminin buraya yapılışı Semiz Ali Paşa’nın yaşadığı bir olaya dayanarak söylenceli tarihle günümüze aktarılmıştır. Osmanlı sadrazamlarından Semiz Ali Paşa’nın içinde olduğu kalyon Marmara Denizi açıklarında bir fırtınaya yakalanır. Paşa fırtınadan bu korunaklı limana sığınır. İlk defa geldiği Ereğli’nin atmosferi onu ziyadesi ile hoşnut eder ve kurtuluşunun da müjdesiyle buraya bir cami yaptırmaya karar verir.

ÇORLU

SOKOLLU MEHMED PAŞA KÖPRÜSÜ

Mimar Sinan eseri olarak sayfalarımıza taşıdığımız Sokollu Mehmed Paşa Köprüsü, Çorlu Deresi üzerinde, günümüzde Çorlu-Edirne güzergahına geçişi sağlayan D-100 devlet yolunun 150 m. kuzeydoğusunda yer alır. Çorlu Tren Garı yönünden Sağlık Mahallesi mevkiindeki Deri Organize Sanayi yönüne geçişi sağlayan köprü ( Tabakhane Caddesi ) etrafındaki doku sebebiyle dikkatlerden bir parça uzaklaşmıştır.

Çorlu Sokollu Mehmet Paşa Köprüsü - Dinçer AlabaşoğluÇorlu Sokollu Mehmed Paşa Köprüsü, Sinan eserleri hakkında sağlam kaynaklar kabul edilen Tezkiret’ül Bünyan, Tezkiret’ül Ebniye ve Tuhfet’ül Mimarin’de adı geçen bir yapıdır. Sokollu Mehmed Paşa Köprüsü bazı yayınlarda sehven “Mustafa Paşa Köprüsü” olarak anılmış ve bu durum iki ayrı köprüymüş gibi bir algı doğmasına sebep olmuştur. Oysa ki Meriç Nehri’nin Bulgaristan tarafında kalan Svilengrad kentinde bu isimde bir köprü yer almaktadır. Bu köprü de bir Mimar Sinan eseridir.

Köprü yukarıda bahsettiğimiz gibi Çorlu deresi üzerinde yer alır. Yapıldığı dönemde bu bölgede bir yerleşim olmadığı, köprüye en yakın yerleşimler Çorlu ve Marmaracık Köyü olduğu için, zaman zaman “Marmaracık üzerindeki köprü…” diye seyahatnameler ve kaynaklarda yer almıştır.

Köprünün yapım tarihi Sinan eserlerinin anıldığı kaynaklardan hicri 972 ( miladi 1564-65 ) olarak belirlenmiştir. Zaman içinde onarımlar da geçiren bu tarihi köprü yapıldığı dönemde simetrik 6 gözlü ve 60 metrelik bir uzunluğa sahipken, günümüzde bazı kısımları alüvyonlarla ve etrafındaki doku sebebiyle toprak altında kalarak 5 gözlü asimetrik bir görünüme sahip olmuştur. Köprü halen yaya ve şehir içi araç trafiğine hizmet etmektedir.

ÇORLU

SULTAN SÜLEYMAN MEDRESESİ & SULTAN SÜLEYMAN İMARETİ

Mimar Sinan eserlerini ele alan kaynaklarda Çorlu’da olduğu belirtilen iki yapıdan bahsedilir. Sultan Süleyman Medresesi ve Sultan Süleyman İmareti. Bu yapılar günümüze ulaşamadığı için haklarında yeterli fikir sahibi değiliz.

Çorlu’da mimarı Acem İsa olan ve Sultan Süleyman’ın adıyla anılan ( Süleymaniye Camii ) 1521 tarihli bir cami bulunmaktadır. Günümüze sadece camii bölümü ulaşan yapı zamanında bir külliye olarak planlanmıştır. 22 Odalı medresesi ve klasik Osmanlı külliyelerinde olduğu üzere imareti olduğunu biliyoruz.

Lakin bu cami ve onu bütünleyen külliye yapılarının Sultan Süleyman Han’ın saltanatının henüz birinci yılında inşa edilmiş olması, Mimar Sinan’ın “hassabaşı” görevine getirilmesinin tarihinin 1538 yılı oluşu ve külliyenin mimarı da bilindiğine göre, imaret ve medresenin Sinan ile ilişkilendirilmesi belki bir yakıştırma yahut sonraki yıllarda Mimar Sinan eliyle onarımlar geçirmiş olabileceği ihtimaline işaret etmektedir.

TEKİRDAĞ- Merkez

Rüstem Paşa Hakkında…

Kanuni Sultan Süleyman devrinin en tartışmalı isimlerinden biridir Rüstem Paşa. Bosna civarındaki bir yerleşimden devşirme olarak payıtahta gelen Rüstem Paşa Osmanlı’da çeşitli görevlerden sonra veziriazamlığa kadar yükselecek, Hürrem Sultan’a yakın durarak çeşitli tarihi kırılma noktalarında kader ortaklığı yapacak, bu yakınlığın diyeti olarak Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan olan kızı Mihrimah Sultan’la evlendirilerek saraydaki yerini sağlamlaştıracaktır.

Rustempasa Tekirdag - DinçerŞehzade Mustafa’nın katledilmesinde baş zanlı addedilen Rüstem Paşa bunun karşılığında bir müddet veziriazamlıktan azledilecek; taht oyunlarında Kara Mustafa Paşa’yı bertaraf edip eski görevine döndükten sonra ise Şehzade Bayezid’in yanındayken Sultan 2. Selim lehine saf değiştirerek tarihi makus bir tekerrüre düşürmekten çekinmeyecektir.

Hicri 968 ( Miladi 1561 )’de hayata gözlerini yuman ve İstanbul Şehzadebaşı Camii haziresine gömülen Rüstem Paşa, ardında adını “rüşvetçi”ye çıkartacak izahı zor bir servet bırakacaktır. Bu servet Osmanlı kaynaklarına göre 12 milyon altın; Zinkeisen tarihine göre 15 milyon duka değerindedir ve ardında 1700 köle, 815 çiftlik, 76 su değirmeni, 5000 ciltten fazla kitap ve daha pek çok değerli eşya olarak kaynaklarda belirtilmiştir. Bazı tarihçiler ise bu servetin kaynağını açıklarken; durumun o dönem ortaya “caize” adı verilen bir çeşit makam vergisi ile izah edilmesi gereğini haklı görürler.

Zira Osmanlı’nın bu en tartışmalı isminin kurduğu vakfiyeler eliyle Anadolu ve Rumeli coğrafyasında; Mısır gibi Osmanlı’nın uzak topraklarında; Medine ve Kudüs gibi kutsal kentlerinde yaptığı hayır hasenat faaliyetleri onun bu kadar katı değerlendirilemeyeceği gibi bir başka bakışa yöneltir bizi.

Paşanın Trakya coğrafyasındaki eserlerinden ikisi günümüze kadar bazı yapı kayıplarıyla varlığını sürdürmüş ve zamana mühür gibi nakşedilmiş bu eserlerin ikisi de Mimar Sinan elinden çıkmıştır. Edirne’de Rüstem Paşa Kervansarayı ve Tekirdağ’da Rüstem Paşa Külliyesi

TEKİRDAĞ

RÜSTEM PAŞA KÜLLİYESİ

Tekirdağ Rüstem Paşa Külliyesi 16.yy ortalarına tarihlenir. Bu tip külliyeler inşa edilirken yapımına ilk başlanılan eserler genellikle camilerdir ve bu külliyiyenin ilk yapılan eseri olarak görebileceğimiz Rüstem Paşa Camii’nin taç kapısı üzerindeki sülüsle yazılmış yapım kitabesinde eserin banisinin Rüstem Paşa olduğu belirtilmiş ve hicri 960 ( miladi 1553 ) tarihi kayda geçilmiştir.

“Rüstem-i düstur-ı Azam Hak rızasın kasd edüp

Bu makamı eyledi manend-i gülzar-ı naim

Lütf-ı nuru Zülcelal-in kalbine virüp ziya

Kâbe-i sıdk-ı safada eylesün anı mukim

Erişüp avn-ı Celil-i bi zeval-i lemyezel

Çün tamam oldu bu cay-ı can feza-yı hoş nesim

Safha maha utarit yazdı bir tarih-i hala

Ecrini and eylesün bu camiin Lûtf-u Kadim.

h.960 (1553).”

Caminin onarım kitabesi ise; 1841 yılında Sultan Abdülmecit döneminde bakım gördüğünü tarihe not düşmektedir.

Mimar Sinan’ın eserleri hakkındaki en sağlam kaynaklar olan; Tezkiret’ül Ebniye, Tezkiret’ül Bünyan ve Tufet’ül Mimarin ile Adsız Risale’de külliye yapılarından cami, medrese, imaret ve kervansaray işaret edilmiş; külliye zamanla büyüyüp sınırlarını genişleterek kütüphane, çifte hamam ve bedesten yapılarıyla donatılmıştır. Cami ve bedesten yapıları dışında kalanlar ya ciddi yapı kayıplarına uğramış ya da tamamen ortadan kalkmıştır.

Tekirdağ Rüstempaşa Külliyesi - Dinçer ALABAŞOĞLU

Cami : Mimar Sinan Caddesi üzerinde bulunan Tekirdağ Rüstem Paşa Camii kendisini çevreleyen geniş, ağaçlıklı bir avlu içerisinde yer alır. Avluda, revaklı son cemaat yerinin gerisinde yer alan şadırvan, beş mermer sütun üzerine oturan beşgen çatılı olup, Abdülmecit döneminde camiye eklenmiştir.

Tekirdağ Rüstem Paşa Camii kare planlı bir eser olup, yapı malzemesi muntazam küfeki taşıdır. Camiye girmezden evel çift revaklı bir son cemaat yeri karşılar bizi. Kuzey duvarına konumlanmış son cemaat yerinin dışta kalan kısmı ahşap çatılıdır, 22 sütun tarafından taşınmaktadır. İç kısımda yer alan son cemaat kısmı orta kısımda aynalı tonozlu olup, bu kısmın iki kanadında ikişerden toplam dört kubbecik yerleştirilmiştir. Son cemaat yerindeki büyük hat çalışmaları caminin manevi atmosferini bütünlemektedir.

Rüstem Paşa Camii’nin minaresi ise yapının kuzeybatı köşesine konumlandırılmıştır. Çokgen gövdeli kesme taştan minare 34 metre yüksekliğe sahiptir. Korkulukları taş oyma şerefe mukarnaslıdır.

Camiye son cemaat kısmından mukarnaslı, dikdörtgen bordürle çevrelenmiş bir kapıdan girilir. Kapı ahşap olup, kanatlarındaki fildişi ve sedef işleriyle dikkat çekicidir. Eserin yapım ve onarım kitabeleri bu kapı üzerinde görülebilir.

Aydınlık ve ferah bir atmosferi olan ibadet mekanı tromplu bir kubbeyle örtülüdür. Kubbe köşelerde duvara kaynaşmış payelerce taşınır ve L şeklindeki bu ayaklar nişlidir. Kubbe eteğinde ve göbeğinde yer alan alçı kabartma çiçek ve çelenk motifleri barok üslubunu yansıtır. Zira orijinal kalem işleri günümüze ulaşamamış yapının bu süslemeleri Abdülmecit Han dönemindeki onarımlarla camiye kazandırılmıştır.

RustempasaTekirdag - Alper ÇINARTekirdağ Rüstem Paşa Camii mimberi sade, buna karşılık yan alınlıkları ve korkulukları ajurlu geometrik detaylar barındırmaktadır.

Mekana aydınlık hissi taşıyan pencereler, doğu ve batı duvarlarında simetrik dizilmiştir. Alttaki dört sıra pencere dikdörtgen, üst sırasındaki ikişer pencere ise alttaki orta sıradakilerin üzerinde konumlanmış ve sivri kemerli alçı şebekelidir. Medrese ve

Dersane ( Kütüphane ) : Rüstem Paşa Külliyesi içerisindeki medrese yapısı cami kütlesinin 30 metre uzağında, caminin kıble duvarının gerisindeki bahçesine bitişik, teraslandırılarak değerlendirilmiş arazide camiye göre 5,5 metre daha düşük kotta inşa edilmiştir. Açık avlulu düzenlenmiş olan medrese yapıları cami bahçesinin bu kıble yönündeki duvarına paralel uzanmakta olup, kot düşüklüğü sebebiyle girişi güneybatı yönünden, bağımsız verilmiştir.

Dikdörtgen avlunun iki kenarında hücre yapıları kubbeyle örtülmüştür. Cami ile medrese arasındaki dersane yapısı kütüphane olarak da bilinmektedir. Bu yapı avlunun kuzeybatı köşesinde yer alır ve medrese yapıları arasında yarattığı atmosfer ile daha dikkat çekici bir etkiye sahiptir. Tuğla malzeme kullanılan kubbesi tek olup 8 X 8 m.ölçülerindedir. Orjinalinde taş malzeme olan duvarları bunu gizleyen kalın bir sıva tabakasıyla maalesef başkalaştırılmıştır. Bu yapıya sonradan eklenmiş ocak ve bacası bir dönem aşevi olarak kullanıldığı savını desteklemektedir.

Günümüzde beden duvarları ayakta kalabilmiş medrese bütünlüğü 1880 yılında harap hale düşünce, üzerinde ahşap bir okul inşa edilmiş, burası rüştiye ve idadi olarak vazife görmüştür. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde ise buradaki yapının Cumhuriyet İlkokulu adını aldığını biliyoruz.

Çifte Hamam ( Paşa Hamamı ) : Klasik çifte hamam üslubunda yapılan hamam yapısı caminin doğu duvarına bitişik konumlandırılmıştır. Üzeri kubbeyle örtülü çifte hamam halk arasında Paşa Hamamı adıyla da bilinir. Kemer ve örtülerinde tuğla kullanılan yapıda ana malzeme düzgün kesme taştır. Günümüze neredeyse yarısı yıkılarak ulaşılan yapı depo olarak kullanılarak ruhundan uzak, işlevsiz hale düşürülmüştür.

Tekirdağ Bedesteni : Mimar Sinan eseri olmasa da günümüzde ayakta kalan bedesten yapısı, zamanla genişlemiş Rüstem Paşa Külliyesi’ne ait yapılar bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Bedesten Rüstem Paşa Camii yapısının 150 metre kadar batısında, Orta Camii’nin batı duvarına ise 50 metre uzaklıkta yer almaktadır.

Bedesten Tekirdağ-Dinçer Alabaşoğlu

25.5 X 19 metre boyutlarında dikdörtgen bir yapıdır. Taş ve tuğla malzeme kullanılarak inşa edilen bedesten yapısı altı kubbeyle örtülü olup, iki kalın paye tarafından taşınmaktadır. Her dört tarafına açılan dört ayrı kapısı bulunmaktadır. Bu kapılar dıştan yuvarlak içten ise sivri kemerlidir. Uzun kenara sahip cephelerinde üç, kısa kenara sahip duvarlarında ikişer pencere bulunmaktadır.

Bu altı kubbeli örtü şekli; Tekirdağ Bedesteni’nin Bergama, Beyşehir, Bursa, Gelibolu, , Saraybosna, Selanik, Serez ve Tosya’daki bedesten örnekleriyle ilişkilendirmesine sebep olur. 1950’li yıllarda depo olarak Maarif Müdürlüğü’nce kullanılmış bedesten yapısı, Vakıflar Genel Müdürlüğü eliyle onarılmıştır. Günümüzde ruhuna nisbeten daha yakın bir işlevle, esnaf dükkanları tarafından kullanılan yapı külliye bütünlüğünden geriye kalan az sayıdaki eserden biridir.

Not : Külliyeye ilaveten 1986-88 yıllarında 49 dükkana ev sahipliği yapan bir çarşı düzenlemesi yapılmıştır. Külliyenin dokusuna uygun mimari yorumla yapılan çarşı dükkanlarına ait arazi Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aittir.

Yapı kayıpları ile günümüze ulaşan Tekirdağ Rüstem Paşa Külliyesi bütünlüğünü tamamlayan imaret ve kervansaray yapılarının ayakta olduğu dönemlerde nerede olduğu ise şehrin şimdiki dokusu sebebiyle günümüzde tayin edilememektedir.

——————————————————————————-

KIRKLARELİ

“Bir payıtahttan diğerine yolculuk” yaparken Edirne’ye varmadan yolumuz Kırklareli’ne uğruyor. Mimar Sinan’ın anıtsal nitelikteki eserlerine bu ile bağlı Lüleburgaz ve Babaeski ilçelerinde rastlıyoruz.

Dilerseniz aşağıda listelediğimiz bu yapılara birlikte göz atalım.

  • Tavil Mehmed Paşa Külliyesi ( Sokollu Külliyesi )  / Lüleburgaz
  • Sokollu Mehmed Paşa Köprüsü ( Lüleburgaz Köprüsü – Taş Köprü ) / Lüleburgaz
  • Cedid Ali Paşa Külliyesi / Babaeski
  • Sinanlı Köprüsü ( Sokollu Mehmed Paşa Köprüsü ) / Sinanlı Beldesi – Babaeski

LÜLEBURGAZ

TAVİL MEHMED PAŞA ( SOKOLLU ) MENZİL KÜLLİYESİ

Bursa’da küçük bir beylikten bir cihan imparatorluğuna uzanan o meşakatli yolda Osmanlı; fethettiği yerlerin Türkleştirilmesine, bunun için de o yerlerin imar iskanına büyük önem vermiştir. Aynı zamanda devletin gücünün bir simgesi olan yapılar çevresinde organik olarak büyüyüp gelişen yerleşimler vücuda getirmiştir. Bu yapıların en azametlileri hiç şüphesiz Osmanlı külliyeleridir.

Lüleburgaz Sokollu Mehmet Paşa Camii ve Şadırvanı - Melih BOZACI

Osmanlı’nın Balkanlara oradan da Avrupa içlerine yürüyüşünde Trakya’nın önemi perçinlenmiş; ola ki bu sebeptendir, Osmanlı’nın en azametli menzil külliyelerinden bir tanesi olan Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi ( Tavil Mehmet Paşa Menzil Külliyesi ) pay-ı tahtın kıyıcığında kurulu olan Lüleburgaz’a nasip olmuştur.

Osmanlı’nın en kudretli sadrazamlarından Tavil Mehmet Paşa’nın askeri ve siyasi öngörüsü, Mimar Sinan’ın dehasıyla birleşerek Lüleburgaz’ın ufkuna eşsiz bir siluet eklemekle kalmamış; azametli dua kubbesinden şimdi yerinde yeller esen, kervansaraya geçilen kapının üzerinde yazdığı üz’re şehre ruh üflemiştir :

“Gelen hep oldu revan !”

Niçin Lüleburgaz ?

M.Ö. 4200’lerde bir Trak kavmi olan Odrisler’ce kurulduğu kabul gören Lüleburgaz, Anadolu ve Balkan uygarlıklarının geçiş yolu üzerinde oluşuyla da pek çok medeniyetin at koşturduğu kadim bir yerleşimdir. Persleri, Persler’in önünden Balkanlar’ın içlerine kaçan İskitleri, Makedonlar’ı, Roma İmparatorluğu’nun debdebeli günlerini görmüş; Balkanlar üzerinden İstanbul önlerine at koşturan daha pek çok akıncı kavimlerin tahribatına maruz kalmıştır. İstanbul’dan Doğu Roma İmparatorluğu’nun kalbine ve Balkanlar’a ulaşan Roma Yolu üzerinde kurulu Lüleburgaz, Bizanslılar zamanında askeri olduğu kadar bir dini merkez olarak da önem kazanmışır.

Lüleburgaz Sokollu Mehmet Paşa Camii - Melih BOZACILüleburgaz 1357’de başlayan akınlarla Osmanlı ve Bizans arasında zaman zaman el değiştirse de, Osmanlılar tarafındanMurat Hüdavendigar ( 1. Murat ) eliyle fethi 1360 yılı olarak kabul edilir. Sosyal katmanların iyice özümsenerek yörenin tümden Türk kimliğine bürünmesi ise neredeyse iki asıra yayılacak, 16 yy. ortalarında Tavil Mehmet Paşa ( Sokollu ) Külliyesi’nin yapımı ile simgeleşecektir.

Kanuni Sultan Süleyman’ın son sadrazamı, 2. Selim ve 3. Murat dönemlerinde de Osmanlı’ya sadrazamlık yapmış büyük devlet adamı Sokollu Mehmet Paşa’nın Lüleburgaz’a bu külliyeyi yaptırması ile ilgili hoş bir anekdot aktarılır. Buna göre; 14 yaşında Bosna içlerindeki Sokolovic ( Osmanlılar kısaca Sokol diyorlardı ki, Sokollu lakabı da buradan gelmektedir ) köyünden devşirme olarak önce Edirne sarayına, oradan da Topkapı sarayına getirilen Mehmet Paşa’nın bu yorucu yolculukta yolu Lüleburgaz’a düşer. Çok yorgun ve bitap düştüğü bir anda Lüleburgaz’da bir kadının yiyecek vererek onu doyurduğunu unutmayan paşa, seneler sonra Osmanlı’nın en güçlü devlet adamlarından biri olduğunda kursağından geçen o lokmaların vefasını Lüleburgaz’a bu külliyeyi inşa ettirerek gösterecektir.

Her ne kadar söylenceli tarihin sayfalarında hoş bir anekdot olarak yerini alsa da, gerçeği Sokollu Mehmet Paşa’nın büyük devlet adamlığında kendini ele veren kuvvetli öngörüsünde aramak lazımdır. Balkanlar’ın içlerine uzanan eski Roma yolu ile, Osmanlı’nın iki başkenti olan İstanbul ve Edirne arasındaki Sultan yolu üzerinde yer alan Lüleburgaz; işlevsel olarak ticaret kervanlarının, ulakların, ordunun iaşesinin temin edildiği, ordugahların kurulduğu özel bir güzergah üzerinde yer almaktaydı. Ergene nehrinin önemli kollarından biri olan Lüleburgaz deresi gibi bir su geçişinin başında oluşu da stratejik açıdan önemini artırıyordu. Bu stratejik önem hem güvenlik hem de ticaretin kontrolünde kendini öne çıkartan bir unsurdu.

Külliye’nin Banisi Tavil Mehmet Paşa Kimdir ?

Tavil Mehmet Paşa tarih kitaplarında en çok Sokollu lakabıyla karşımıza çıkar. Paşanın boyu iki metreyi aşmaktaydı, bu sebeple “uzun boylu” manasındaki “Tavil” lakabı ile anılması bir o kadar yaygındır. Kanuni Sultan Süleyman’ın “muhteşem yüzyıl”ına tanıklık etmiş, Kanuni’nin son sadrazamı olmasının yanı sıra, 2. Selim ve 3. Murat dönemlerinin de sadrazamlığını yapmış, deneyimli, öngörüsü yüksek bir devlet adamıdır.

Tavil Mehmet Paşa 1505 yılında Osmanlı himayesindeki Bosna içlerinde bulunan Sokolovic isimli bir köyde doğmuştu. Osmanlılar bu köye kısaca “Sokol” demekteydi. Paşa “Sokollu” lakabını doğduğu bu yerden almıştır.

14 Yaşında Sırp asıllı bir devşirme olarak önce Edirne Sarayı’na ardından da Topkapı Sarayı’na getirilmiştir. İyi bir eğitim alarak Osmanlı devletinin çeşitli kademelerinde önemli görevleri olmuştur. Kaptan-ı deryalığı, Rumeli beylerbeyliği ve sadrazamlık görevleri en önemlileridir…

Sadrazamlık dönemi onun Osmanlı’ya en büyük hizmetleri verdiği, devlet adamlığının büyük saygınlık gördüğü yıllarıdır. Kanuni Sultan Süleymen’ın son veziri olan Sokollu Mehmet Paşa, 2. Selim ve 3. Murat dönemlerinde yaklaşık 15 yıl boyunca sadrazamlık yapmıştır. Kanuni’nin son seferi olan Zigetvar seferinde padişah ölünce, oğlu 2. Selim gelip görevi devralıncaya değin bu ölümü ordudan saklayarak Zigetvar kalesinin fethinde orduyu bizzat yönetmiştir. Bu davranışıyla tarihin akışında çok kilit bir rol üslenmiştir. Pek çok hizmetleri ve Osmanlı coğrafyasının çeşitli yerlerinde önemli hayratları olan Tavil Mehmet Paşa 1579 yılında saray içi entrikaların bir sonucu olarak şehit edilmiştir.

Külliye Hakkında Genel Değerlendirme…

Külliyenin banisi dua kubbesinde kervansaraya geçişi sağlayan kapının üzerinde yazdığı üzere Tavil Mehmet Paşa, dönemin sultanı ise Sultan Selim ( 2. Selim ) Han’dır. 1569 yılında yapıldığını yine kervansaray kitabesinden öğreniyoruz. Dua kubbesinden cami-medrese bölümüne geçilen kapı üzerindeki ikinci kitabede yazılanlar da bu bilgileri doğrulamaktadır.

Sokollu Külliyesi’ne dair risaleler, mimari ve üslup özellikleri bize Mimar Sinan ve Hassa Ocağı mimarlarının külliyenin yapımında çalıştıklarını işaret etmektedir. Mimar Sinan’ın Selimiye’de dehaya ulaşıp ona ustalık ünvanını kazandıracağı o müthiş eserinden önce yaptığı önemli eserler arasında yer almaktadır.

Lüleburgaz Sokollu Külliyesi iki ana eksenli olarak değerlendirilebilir. Birinci eksen doğu-batı doğrultusunda uzanan “Arasta Ekseni”dir. Bu eksen kuzeydeki dini ve medrese yapılar bütününü, kervansaraya ait yapılar bütününden ayırır. Doğu yönünden gelen kervan yolu sağlı sollu çarşıların olduğu arasta yolundan geçerek Lüleburgaz deresi üzerindeki Taşköprü yönüne doğru uzanıp gitmektedir. Arastanın orta yerinde bulunan dua kubbesi kuzeyde ve güneydeki yapılar bütününü birleştirmektedir. Bu dua kubbesi günümüzde dahi külliyenin en baskın parçaları arasında dimdik ayakta durmaktadır.

Külliyeye ait ikinci eksen ise güneydeki sıbyan mektebinden başlayıp, cami mihrabı, cami ve medresenin ortak kullandığı avludaki şadırvan ile dua kubbesi ekseninde güney-kuzey doğrultusunda uzanan mihrap ( kıble ) eksenidir.

Hamam, arasta, tuvaletler, sıbyan mektebi, su yolları, kaldırımlar gibi diğer bütünleyici yapılar ise külliye etrafında yaşam alanlarının, mahallelerin geliştiğini, ticaret hayatının ve sosyal hayatın canlılığının gözetildiğini ortaya koyar.

İnşasında çoklu malzeme kullanımı, süslemelerdeki detaylar külliyenin azametine layık örneklerdir. Taş ana malzemedir. Küfeki ve mermer taş malzemeye, tuğla, moloz, alçı, demir, kurşun, ahşap ve vitray malzemeler eşlik eder. Her bir malzeme işlevsel olduğu kadar estetik yönüyle de dikkat çekmektedir.

Süslemeler daha ziyade cami binasında yoğunlaşmaktadır. Cami ve medresenin ortak kullandığı avluda bulunan şadırvan ise, 2.Mahmut döneminde eklendiği anlaşılan Barok üsluplu etekli çatısı, kalem işleri ve Sultan Mahmut tuğrası ile çok özel bir yere sahiptir.

Lüleburgaz Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi Dış Duvarları - Melih BOZACI

Cami : Sokollu Mehmet Paşa Camii, mihrap ( kıble ) eksenine dik, kareye yakın dikdörtgen ölçülere sahip bir yapıdır.Ölçüleri 17.60 X 15.82 olarak tespit edilmiştir. Kubbe çapı 12.35 metre, kubbenin altına denk düşen kare planlı ana mekan 12,55 X 12.55 mt. Ölçülerine sahiptir. Bu zeminden kilit taşına kadar olan yükseklik 18.26 m.’dir. Görkemli kubbenin ana mekan duvarlarına bütünlendiği etek yüksekliği ise 12.25 metredir.

Caminin dört köşesine oturmuş payeler iç mekanı Görkeli kılarken yapının statik bütünlüğünde en büyük rolü oynarlar. Güney duvarlardaki iki paye dışarıya doğru çıkıtılıdır. Kuzey duvardaki payeler ise minare kaidesi ile üst kat mahfile çıkılan merdiven kovasını da içine alarak mekanda mahfil katına kadar yükselirler.

Doğu batı ve kuzey duvarı boyunca U düzeninde uzanan mahfil alanı yapı bütünlüğünün 1/3’lük alanını kapsamaktadır. Mahfil alanının altında uzanan galeriler yapı bütünlüğü içinde estetik olduğu kadar statik olarak da katkı sunar. Üst kat mahfili kadın ve erkeklerin ayrı ayrı ibadetine olanak verecek bir işlevselliğe sahiptir. Müezzinler mahfili ise 3.46 X 4.58 ölçülerinde ve zeminden 2.21 mt yüksekliğindedir.

Lüleburgaz Sokolu Camii - Özcan ÇELTİKLİCami içerisinde yer alan tüm unsurlar yapısal ve algısal bir bütünlük taşır. Caminin özellikle doğu ve batı duvarlarında yoğun olan 3 sıra halinde uzanan pencereler, farklı geometrik düzenlerdedir ve mekanın aydınlanmasını sağlar ve ferahlık hissini bütünler.

Mihrap mermer olup, mimber ile birlikte klasik dönem üslubunun tüm özelliklerini yansıtır. Caminin iç mekan bütünlüğünde rasladığımız taş oyma ve kabartma, ahşap oyma, Rumiler ve kalem işleri kullanılan malzeme ile bütünlük taşıyan süslemelerdir. Cami içi yazılar külliyenin yapım kitabelerini de yazan Hattat Hasan ÇELEBİ ve Abbas MURSİ’nin imzasını taşımaktadır.

Caminin kuzey duvarına bitişik,doğu batı doğrultusu boyunca 23.11 metre uzanan, ve caminin kuzey duvarlarından dışa taşan son cemaat yeri bulunur. Cami taç kapısı ekseninde sağlı sollu iki bölümlüdür. Revaklı 5 metre yüksekliğinde, 8 sıra sütunla taşınan 8 kubbe ve bir tonoz ile örtülüdür. Bu bölümün altında kodu daha düşük tutulmuş ikinci bir “son cemaat yeri” bulunmaktadır. Bu bölümün üzeri ise avluya meyilli ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Son cemaat yerinin üzerindeki kubbelerin kilit taşı yüksekliği ise zeminden itibaren 9.10 metredir.

Medrese ve Revaklı Avlu : Medrese Sokollu Külliyesi’nin eğitim işlevine yönelik, cami ile ortak kullanılan şadırvanlı bir avluya açılan, U planlı ve revaklıdır. Avlu doğu ve batı yönünde mahalle bütünlüğüne, kuzeyde ise dua kubbesi ile bütünlük sağlayan arasta ve kervansaraya açılan kapılara sahiptir.

Revaklı avlunun batı duvarında, batı kapısına bitişik dersane odası kubbesi ve ebatları itibarıyla vurgulanmıştır. 6.20 X 6.23 m. büyüklüğünde bir odadır. Doğu, batı ve kuzey duvarları boyunca dizli, revaklı galerilere açılan dersane odaları mevcuttur. Taş odalı, ocaklı medrese odaları 3.75 X 3.75 ebatlarında olup, doğu ve batı duvarları pencere açıklıkları ile külliyenin çevre duvarları arasında uzanan bir iç avluya açılmaktadır. Kuzey odaları ise arastaya sırtını verdiği için penceresizdir.

Medrese hücreleri ile revaklı galerilerin üzeri iki sıra halinde kubbe ve hücreler üzerinde uzanan bacalara sahiptir. Camiye ait son cemaat yeri, doğu ve batı kapılarının üzerindeki kemerle revaklı galerilerden ayrılmış, buna rağmen hepsi ortak bir iç avluya açılışıyla estetik bir bütünlükten uzaklaşmamışlardır.

Şadırvan : Cami ve medrese yapısı içerisinde yer alan revaklı galerilerin açıldığı avlunun ortasında bulunan şadırvan mermerdendir. On kenarlı, etekli ahşap çatı barok üslubundadır. 2. Mahmut döneminde yapıldığı üzerindeki kitabeden ve Sultan Mahmut Han’a ait tuğradan anlaşılmaktadır. Kalem işleri inceliklidir. Dua kubbesinden avluya girilen taç kapının altında durup camiye doğru bakıldığında, şadırvan caminin estetik duygusunu zirveye taşıyan bir manzaraya ev sahipliği yapar.

Sokollu Camii İçi - Özcan ÇELTİKLİArasta ve Dua Kubbesi : Arasta ( çarşı ) cami-medrese bloğu ile kervansaray bloğunu birbirinden ayıran, sağlı sollu dizilimiş dükkanlardan oluşmaktadır. 5.30 X 4.55 m. Boyutlarında, ocaklı 59 dükkandan oluşan çarşıdan günümüze ancak 32 dükkan ulaşabilmiştir.

Arastanın merkezinde bulunan dua kubbesi, arasta ekseni ile mihrap ( kıble ) ekseninin kesiştiği noktada yer almaktadır. Günümüze ulaşan yapılar arasında 9.00 X 9.00 m. ölçülerinde, kubbeli heybetli yapısıyla hala en göze çarpan yapı dua kubbesidir.

Dua kubbesinin kervansaraya ve cami-medrese bütünlüğüne açılan iki taç kapısı üzerinde 2 ayrı yapım kitabesi yer almaktadır. Bu kitabelerde külliyenin banisi ve yapım yılı vurgulanmaktadır. Çarşı esnafının her sabah bu kubbe altında bir araya gelerek dua ile işlerine güçlerine ayrılması sebebiyle dua kubbesi olarak anılmaktadır.

Kervansaray – Tabhane – İmaret : Dua kubbesinin kuzey taç kapısı ile girilen kervansaray-tabhane-imaret bütünlüğü içerisinde yer alan yapılar ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır. Ancak hükümet binası karşısında, arasta duvarına bitişik, ocak ve duvar nişlerinden tesbit edebildiğimiz küçük bir bölüm harabe şekilde kendini ele vermektedir.

Güneyde arasta dükkanlarının duvarlarına yaslananarak hamama doğru uzanan kervansaray yapısı, kuzeyde ise bugünkü hükümet binası ile zindan baba türbesi boyunca uzanan bir hat arasında yer alan dikdörtgen yapılar topluluğuydu. Bu kuzey duvarlarının Bizans dönemi surlarına bitişik yapıldığı düşünülmektedir.

Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde anlatıldığına göre 150 haneli, develerin ve diğer hayvanların ayrı bağlanabildiği, 3000 hayvan bağlanabilecek kapasitededir. Doğu avlusunu küçük tüccarlar, batı avlusunu ise sultan ve özel kişilerin kullmaktaydı. 3 ya da 5 bölmeli iç avlular olduğu değişik kaynaklarda aktarılmıştır.

Kervansarayın kapıları belli bir saatte kapanır, içeriden kimsenin o saatten sonra dışarı çıkmasına müsade edilmez, ama dışarıdan gelen kişiler kervansaraya alınırdı. Fenerlerle ışıklandırılmış olup, kapılarında bekçiler bulunurdu. Gündüz kervansaraydan ayrılmazdan evvel kimsenin eşyasının eksik olup olmadığına dair duyurular yapılır, kapılar daha sonra açılırdı.

Bu mekan bütünlüğü içerisinde yer alan iki tabhane ile imaret yapılarının varlığını vakfiyeler, risaleler ve seyahatnamelerde aktarılanlardan doğrulayabiliyoruz. Külliyenin neredeyse 1/3’ünü kaplayan kervansaray bloğu 1935 yılında temellerine dinamit konularak yok edilmiştir.

Sıbyan Mektebi : Caminin güneyinde, haziresine ve güney çevre duvarına bitişik inşa edilen sıbyan mektebi güneye açılan bir kapıya sahiptir. Mahalle bütünlüğüne açılan bu kapının önündeki, üzeri kubbeli terasa doğu batı yönünden merdivenlerle çıkılmaktadır. Sıbyan mektebinin ana binası sekizgen bir kasnak üzerine oturan büyük bir kubbe ile örtülmüştür.

Sıbyan mektebinin altı su sarnıcı olarak düzenlenmiş, İstanbul yönünden getirilen sular su terazisi ile sarnıca, oradan da hamam ve tuvaletler gibi diğer yapılara taşınmıştır. Son yüzyıllarda yapıldığı anlaşılan kalem işleri bu yönüyle orijinal değildir. Sıbyan mektebi yakın zamanlara değin Sokollu Külliyesi ve Kızılay Derneği Lüleburgaz Şubesi olarak hizmet vermiştir.

Luleburgaz Çifte Hamam - Özcan ÇELTİKLİÇifte Hamam : Lüleburgaz Tavil Mehmed Paşa ( Sokollu ) Külliyesi yapılar topluluğunun bir diğer öenmli yapısı Lüleburgaz’ın meşhur çifte hamamıdır. Klasik dönem Türk hamamları üslubunda inşa edilmiştir. Kadın ve erkekler için ayrı planlanmış, neredeyse birbirine simetrik dizilişte soğukluk, ılıklık, sıcaklık bölümleri ile soyunmalık bölümlerinden oluşmaktadır.

Uzun seneler harap halde kalan yapının çevresi hücrelere bölünmüş; yeme-içme mekanları, büfe ve yazıhane gibi esnaflık faaliyetlerinde kullanılmaktadır.

Külliyenin yapılar topluluğunun önemli bir kesimini oluşturan Çifte hamam 2012-14 yılları arasında ciddi bir onarım görerek, günümüze sağlamlaştırılmış bir yapı ve tazelenmiş bir çehre ile ulaştırılmıştır.

Zindan Baba Türbesi : Yapı külliyenin yapımından çok önce inşa edilmiştir. Muhtemelen Çelebi Mehmet döneminde ( 1413-1421 ) yapılan yapının ne için yapıldığı kesin değildir. Günümüzde zemin katında yatır olduğuna inanılan bir zatın hürmetine açık tutulan bu yapı, taş malzemeden ve zemin hariç 3 katlı, kubbe çatılı yapılmıştır. Üst katlar ile ilgili araştırmalar ne yazık ki hakkıyla yapılamamıştır. Eski gravürlerden yapının bir dönem saat kulesi olarak hizmet verdiği anlaşılmaktadır. Külliyenin kuzey duvarları bu yapı ile kaynaştırılarak külliye bütünlüğünde bir yapı gibi algılanmıştır.

Taş Köprüsü ( Lüleburgaz Sokollu Köprüsü ) : Lüleburgaz’ın ismiyle de anılan taş köprü ilçenin sembollerinden olup, ne yazık ki devri saltanatındaki günlerin çok uzağındadır. Lüleburgaz Deresi gibi Ergene’yi besleyen ana su yolu üzerindeki köprü ulaşımı sağlamasının yanı sıra kervanların güvenliği ve denetlenmesi açısından da işlevsel bir özellik taşımaktaydı.

Luleburgaz Taşköprü-Özcan ÇELTİKLİYapım tarihi külliye ile aynı zaman dilimi kabul edilmektedir. Bazı kaynaklar bu tarihi 1570 olarak verirler ki külliyenin ana yapıları arasında daha geç yapılmış olduğunu görürüz. Fakat bu durumu destekleyen bir kitabeye sahip değildir ve Mimar Sinan eseri olduğu Sinan eserlerini ele alan ana kaynaklar değil, yan kaynaklar ışığında fikir birliğinden ziyade genel kabul görmüştür.

Ortada iki büyük ve onun yanlarında daha küçük iki göze sahip, toplam dört gözlüdür. Azami kemer açıklığı 6.8 metredir. Taşkınlar ve dolgularla gerçek uzunluğunu bugün algılayamadığımız köprü 92.60 metre olarak kayda girmiştir. Eni 6.05 metre olan köprünün araç yolu 5.30 metredir.

Günümüzde ağır tonajlı taşıtların tahribine açık taş köprü, Lüleburgaz’ın özel bir mimari değeridir. Bu yapının eski günlerindeki değerine kavuşması için öncelikle üzerindeki taşıt baskısının bertaraf edilmesi ile ilgili sesler zaman zaman yükselse de şimdilik bu konuda bir adım atılabilmiş değildir.

Külliyeyi Bütünleyen Diğer Yapılar : Külliyeyi bütünleyen diğer yapılar arasında bulunan su yolları ve sarnıçlar, kaldırımlar, cami çalışanlarının oturduğu düşünülen meskenler, kaldırımlar, sarnıç ve su yolları günümüze ulaşamamıştır.

Hünkar Sarayı olarak bahsedilen yapı külliye bütünlüğünde olmasa da, külliyeden sebep değer kazandığı düşünülen, fakat günümüze ulaşmayan bir diğer yapıdır.

Külliyenin çevre duvarları hala külliye bütünlüğünü estetik olarak algılamamıza sahip, günümüze ulaşan yapılardır. Medrese avlusunun kuzey batı- kuzey doğu köşelerinden çevre duvarına doğru uzanan helalar ise günümüzde de kullanılmakta olan yapılardır. Döneminde de camiye gelenler ve arasta esnafına hizmet verdiği şüphesiz, sosyal yapılardır.

Bir Varmış Bir Yokmuş…

Lüleburgaz’da bulunan Tavil Mehmet Paşa ( Sokollu ) Külliyesi günümüze ne yazık ki çok büyük yapı kayıplarıyla ulaşmıştır.

Yapıldığı dönemde cami, medrese, imaret, sıbyan mektebi, arasta, çifte hamam, kervansaray, tabhane gibi ana yapı topluluklarından oluşan yaklaşık 40.000 m2’lik bir alanı kapladığı düşünülmektedir. Külliyeyi bütünleyen diğer unsurlar ise kaldırımlar, su deposu, su yolları, Zindan Baba türbesi, hünkar sarayı ve taş köprüdür. Bu yapıların bazıları külliye yapılırken, bazıları ise farklı tarihlerde yapılmış külliye dokusunu bütünleyen unsurlar olarak karşımıza çıkar.

Osmanlı’dan günümüze değin pek çok seyyahın anlatımında karşımıza çıkan Sokollu Mehmet Paşa külliyesi hakkındaki en zengin, çevre ve mimari doku bütünlüğünü, dönemin sosyal hayatına katkılarını dile getiren anlatım Evliya Çelebi’ye aittir.

İşgal yıllarının elim günlerini derinden yaşayan Lüleburgaz’da külliyeye en büyük zarar ne yazık ki 1935 yılında, üstelik de dönemin yerel yönetimi eliyle verilmiştir. Dönemin belediye başkanı olan Kemal KENDİ, külliyenin kervansarayını temellerine dinamit koyarak tümden yıktırmıştır. Yıkılan bu alan külliyeye ait yapı bütünlüğünün 1/3’lük bir alanına tekabül etmektedir. Çifte hamamın yıkımına gelindiğinde ise bir tesadüf yaşanmış; olayın Atatürk’ün kulağına kadar gitmesine vesile olmuştur.

Çifte hamamın yıkımına başlandığı günlerde tesadüfen Lüleburgaz’dan geçmekte olan Yüksek Mimar Sedat ÇETİNTAŞ, konuyu Cumhuriyet Gazetesi’ne “Kör Kazma” isimli bir makale ile taşımıştır. Gazetedeki haberi takip eden Atatürk Lüleburgaz’a çekilen bir telgrafla yıkımın “derhal” durdurulmasını, o eserin yaratıcıları olan Sokollu ile Mimar Sinan’ın hatırasının heykelleri dikilse bile az geleceğini emretmiştir. Bırakın bu emri telakki etmeyi, günümüzde dahi bu yıkım emrini veren Kemal KENDİ’nin ismi ilçenin büyük bir caddedesinde salınırken, Lüleburgaz’ın ufkunu çizen külliyenin banisi SOKOLLU’nun adının küçük bir arka sokağa verilmesi ironik olduğu kadar, “Soyadım sanat…” diyen Lüleburgaz için talihsizliktir.

BABAESKİ

Babaeski Cedid Ali Paşa Camii ve Avcı Mehmet Köprüsü - Dinçer AlabaşoğluKanuni Sultan Süleyman döneminin önemli isimlerinden olan Cedid Ali Paşa, Kanuni’nin damadı Rüstem Paşa’nın 1561 yılında vefatından sonra veziriazamlığa getirtilmiştir. Sultan Süleyman’ın saltanatının başlangıç yıllarında devşirme olarak İstanbul’a getirtilen Ali Paşa köken olarak Hersekli’dir. İlk yılları bilinmese de Rumeli Beylerbeyliği, Mısır Valiliği gibi görevleriyle dikkatleri çekmiştir.

Rüstem Paşa gibi geçimi zor bir veziriazamdan sonra ılımlı, öngörülü, zeki bir kişilik olan Ali Paşa Avusturya ile ilişkilerin yumuşamasına, savaşsız geçecek bir ara dönemin yaşanmasına katkıları olmuştur.

Oldukça nüktedan, şakacı kimliğiyle letaifnamelerde adının geçtiğini biliyoruz. İri yarı, şiman ve uzun boylu oluşuyla orduda onun için at bulunamadığı, bu sebeple “semiz” lakabıyla anıldığı aktarılmaktadır.

1565 yılında vefat eden Semiz Ali Paşa’nın ardında 8 milyon dukalık bir servet bıraktığı; İstanbul ve Trakya’da ( Edirne, Ereğli, Babaeski, Silivri…) vakfiyesinde zikredilen önemli eserler-hayratlar bıraktığı bilinmektedir. Bu eserlerin en önemlileri şüphesiz Mimar Sinan elinden çıkan Edirne’deki Ali Paşa Çarşısı ve Babaeski’nin ufkunu asırlardır nurlandıran Cedid Ali Paşa Camii ( Külliyesi ) gelmektedir.

BABAESKİ CEDİD ALİ PAŞA CAMİİ

( SEMİZ ALİ PAŞA CAMİİ )

XVI. yüzyıla ait bir yapı olan ( miladi 1561 ) Babaeski’deki Cedid Ali Paşa Camii, Mimar Sinan’a ait eserlerin ele alındığı ana kaynaklarda bahsi geçen, onun Trakya’da günümüze kadar ulaşabilmiş özel eserlerindendir. Günümüzde halk arasında “Büyük Cami” adıyla anılmaktadır.

Bu değerli yapının İstanbul’dan Edirne’ye oradan da Rumeli’nin içlerine doğru uzanan sefer ve kervan yolları üzerinde bulunan Babaeski’de yapılmasının güvenlik ve lojistik gerekçeleri bulunmasına karşılık; bir diğer gerekçe Bizans sonrası bu yörede varlığını sürdüren Rumların etkisini kırılması yolunda beldenin maddi manevi irşadı ve Türkleşmesi, bunun da her türlü ihtiyaca cevaz veren külliyeler etrafında şekillenmesi olarak görülebilir.

Cedid AliPasa Camii - Fatih ErdemKülliyedeki yapıların hepsinin aynı anda yapılmadığını tarihi kayıtları karşılaştırdığımızda anlıyoruz. Mimar Sinan’a ait eserlerin verildiği Tezkiret’ül Bünyan, Tezkiret’ül Ebniye ve Tuhfet’ül Mimarin gibi güçlü kaynaklarda; Babaeski’deki Semiz Ali Paşa Camii ile birlikte medreseden bahsedilmekte, kervansaray ile hamamdan ise bahsedilmemektedir.

Oysa ki yapıldığı tarihten 13-14 sene sonrasına ait 982 ( 1574-75 ) tarihli vakıf muhasebe kayıtları bize bu yapılar arasında kervansaray, hamam ve dükkanlar ( arasta ) olduğundan bahseder. Bu bahsi geçen muhasebe evraklarında bu eserler “hamâm-ı cedîd” ve “kârbansarây-ı cedîd” olarak dile getirilmiştir. “Yeni” manasında kullanılan “cedid” tanımlaması bize bu yapıların sonradan eklendiğini gösterir.

18.yy eserlerinden biri olan ve Hafız Hüseyin Ayvansarâyî Vefeyât-ı Selâtîn’inde (s. 24) Semiz Ali Paşa’dan bahsederken; “…Baba-yı atîk kasabasında bir kebîr camii ve bir çifte hamam ve çarşıda bir mâ-i lezîz çeşmesi cârîdir.” şeklinde kaydetmiştir. Ayrıca Edirne’deki meşhur Ali Paşa Çarşısı’nın buraya vakıf kaydedildiğinin bilgisi verilmiştir.

Burada “vefeyat-name” ne demektir ona kısaca göz atalım : Vefeyat-name, edebiyatta biyografi türlerinden biri olarak kabul edilir ve önemli bir kaynakçadır. Tarihteki önemli şahsiyetler hizmetleri ve eserleriyle anılarak, ölüm tarihleri, nereye defnedildikleri, nasp, nakil yahut azil tarihleri gibi ayrıntılar verilir.

Hafız Hüseyin Ayvansarâyî’nin bu eseri 18.yy ikinci yarısına, yani bu eserin yapımının neredeyse iki asır sonrasına denk düşmektedir. Bu eserde Cedid Ali Paşa Külliyesi hakkında sadece cami, çeşme ve çifte hamamdan bahsedildiği için diğer yapıların harap olduğunu düşünebiliriz.

Cedid Ali Paşa Camii avlusuna üç ayrı kapıdan girilir. Edirne-İstanbul yoluna bakan batı kapısı üzerinde beş beyitten oluşan manzum bir onarım kitabesi yer alır. Sultan 2. Mahmud tarafından onarıldığını anladığımız bu kitabede 1248 ( 1832-33 ) tarihi zamana kayıt düşmektedir. Kitabesinde şu dizeler yer alamaktadır :

Şeyhinşah, ibâdet-pişe han Mahmud hayr a’mâl

O, hâmi-i şeriat âlemin emn ü emânıdır.

Değil Hz.Peygamber ve Zıll-ı Cenabı Hak

Cihânın padişâhı mehdi i sahib-i zamanıdır

Ali Paşanın etti ma’bedin ta’mir gördüğü

Senây-ı cûdu hayrı herkesin vird-i zebanıdır

Sâlat-ı hamse de ol şah-ı devrana dua kıl kim

Bu din ve devlet ve mülkün medâr-ı fahr-ı şânıdır

Sipihr tâkına aynı Süreyyâ oldu tarihim

Bu dil-cü camiin muhyisi han Mahmud sânidir.

h. 1248 (1832-1833)

Osmanlı Rus Savaşı sonrası Trakya’nın içlerine kadar yaşanan istilalar yörenin kimliğine mühür vuran Osmanlı eserlerinin ağır tahribat yaşadığı yılların başlangıcıdır. Külliyenin medrese, kervansaray, arasta yapıları bugün yerlerini bile tayin edemeyeceğimiz ölçüde tahrip edilmiş; bunu Balkan Savaşı yıllarında Bulgar ordularının yaptığı ağır tahribatlar takip etmiştir. Caminin minaresi pabuca kadar yıkılmış, Cumhuriyet sonrası Trakya’daki imar faaliyetlerini yürüten Kazım DİRİK Paşa’nın gayretleriyle 1939-1940 yıllarında aslına yakın bir ruhla inşa edilmiştir. Yapı zaman zaman gerekli tadilat ve bakımlarla günümüze dimdik ulaşmayı başarmıştır.

Yukarıda bahsettiğimiz üzere camiyi içine alan avluya kuzeyde, doğu ve batı duvarlarında yer alan üç ayrı kapıdan girilir. Kuzeyde bulunan kapı diğerlerine göre daha dikkat çekicidir. Bu kapının üzerinde bulunan bazı izlerden daha önce burada sütunlar üzerinde yükseltilmiş bir oda yahut sundurma şeklinde bir yapı bulunabileceği varsayılmıştır.

Bacaeski Cedid Alipasa Şadırvanı- Dincer AlabaşoğluCaminin içerisinde yer aldığı avluyu çevreleyen duvarlar yüksek ve pencerelidir. Avlunun orta yerinde sütunlar üzerine oturtulmuş on kenarlı bir şadırvan göze çarpar.

Caminin son cemaat yeri caminin kuzey duvarına yaslanan “iç son cemaat yeri” ve onun gerisindeki “dış son cemaat yeri” olmak üzere iki bölümden oluşur. Dışta yer alan son cemaat yeri çoğu örnekte rastladığımız gibi sonradan ilave edilmemiş, caminin orijinal planında yer alan bir düzenlemeye sahip oluşuyla bu camiyi pek çoğu arasında farklı kılar. Sekiz mermer sütunun taşıdığı ve caminin bir parça yan duvarlarına doğru organik biçimde bağlanan çatı üç tarafa doğru ve tek meyillidir. Bu mermer sütunlardan ortada ana girişin iki yanında bulunanları daha kalın gövdeli, başlıkları zengin mukarnaslıdır. Diğerleri ise baklava başıklıdır. Bu dış revakın önünde altı sütun üzerine ortada bir çapraz tonoz, yanlarda ise kubbelerle örtülü, beş bölümlü bir iç son cemaat yeri bulunur. Bu sütunların başlıkları da mukarnaslı yapıdadır.

Cami harimine girişi sağlayan taçkapı gösterişlidir. Mermer kaplı, nişli mukarnaslı ve iki yanı mihrabiyelidir. Harim bir dikdörtgen içine yerleştirilmiş altıgen sisteme göre yapılmıştır. Dışarı taşkın mihrap kısmının üstünü bir yarım kubbe örter; içeride altıgenin dört kenarı da yarım kubbelerle örtülmüştür. İçeride taşıyıcı duvar pâyeleri arasında kalan boşluklara ise sütunlara oturan mahfiller yerleştirilmiştir.

Ali Paşa Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’da birkaç eserde değişik biçimlerde uyguladığı ve sonraki mimarların da kullandıkları ( Beşiktaş’ta Sinan Paşa ve Ahmed Paşa, Kadırga’da Sokullu Mehmed Paşa, Üsküdar Atik Vâlide, Fındıklı’da Molla Çelebi, Cerrah Mehmed Paşa, Hekimoğlu Ali Paşa Camileri) altı destekli sistemin şimdiye kadar bilindiği kadarı ile taşradaki tek örneğidir.

Bilhassa burada bu sistemin en mükemmel ve dengeli biçimde ortaya konulduğu görülür. Harim bütün mekâna hâkim olan ana kubbe ile örtülmüş, yanlardaki mahfiller taşıyıcı pâyelerin gizlenmesini sağlamış, iç mimariye hareketlilik vermiştir. Bütün geçiş unsurlarının, pandantiflerin içleri mukarnaslarla hafifletilmiştir.

Alt sıra pencerelerin boşaltma (tahfif) kemerlerinin içlerini mermer şebekeler doldurur. Caminin bütün üst sıra ve kubbe pencereleri Bulgarlar tarafından dağıtıldığından, ancak Cumhuriyet yıllarında bugün görülen alçı dışlıklar yapılmıştır. Herhalde orijinalinde üst sıra pencerelerde renkli revzenler vardı ve caminin aydınlık olan mekânı bunlardan süzülen renkli ışıklarla aydınlanıyordu.

Muntazam işlenmiş kesme taşlardan yapılmış olan Ali Paşa Camii’nin eski minaresinin pabuç kısmına kadar Bulgarlar tarafından yıkıldığını gösteren fotoğraflar vardır. Bugün görülen ve mukarnaslı şerefe çıkması ile cami mimarisine tam uygunluk gösteren minare yenidir. Minarenin simetriğindeki odanın ise niçin yapıldığı bilinmemektedir. İçeride duvar ve kubbede görülen kalem işi nakışlar, II. Mahmud devrindeki tamirden kalmıştır.

Çifte Hamam : Cedid Ali Paşa Külliyesi’nde yer alan yapılardan birisinin “Çifte Hamam” olduğunu biliyoruz. Lakin bugün Babaeski’de Fatih Camii’nin karşısında bulunan ve hala işlev gören hamamın bu külliyeye ait olup olmadığı şüphelidir. Zira Babaeski’de Çandarlı Halil Paşa tarafından yaptırılmış bir hamamdan daha bahis geçmektedir. Evliya Çelebi ise meşhur Seyahatnamesi’nde bu hamamı Cedid Ali Paşa’ya ait diye görmeyi tercih ederek kafa karışıklığına yol açmaktadır.

Hamam klasik Osmanlı hamamları üslubunda düzgün kesme taş ve tuğla malzeme kullanılarak yapılmıştır. Orijinalinde çifte hamam ( kadınlar ve erkekler bölümüne sahip ) olarak yapılmışsa da kadınlar kısmı yıkılarak sadece erkekler kısmı kalmıştır. Kapısının üzerinde orijinal bir taş süslemesi bulunan yapı, yakın dönemlerde onarımlar görerek çehresi yenilenmiştir.

SİNANLI KÖPRÜSÜ

( SİNANLI SOKOLLU MEHMED PAŞA KÖPRÜSÜ )

Sinanlı Köprüsü, Ergene Nehri üzerinden su geçişini sağlamak amacıyla Alpullu-Hayrabolu yolu üzerinde yapılmıştır. Köprünün Hayrabolu tarafında Babaeski’ye ait belde statüsünde bu isimde ( Sinanlı ) bir de yerleşim yeri bulunmaktadır. Köprü Alpullu Tren İstasyonu’nun 300 metre kadar güneyinde yer almaktadır.

Köprünün yapım yılı hakkında kesin bilgi yoktur. Muhtemelen Edirne’de Selimiye Camii’nin yapımının devam ettiği yıllarda yapıldığı, muhtemelen de hicri 979 ( miladi 1572 ) yılında bitirildiği hususunda tarihçilerce fikir çokluğu sağlanmıştır.

Köprünün İstanbul-Edirne arasındaki ana sefer ve kervan yolundan uzak olmasına rağmen bu bölgeye önem verilerek, Ergene’nin geniş batak yatağının geçişinde Mimar Sinan’a görev verilmiş olması dikkate değerdir. Bu su yolunun aşılmak istenmesiyle Tekirdağ yönüne bağlantının sağlanması amaçlanmıştır. Zira hatırlanacağı üzere Mimar Sinan eliyle bu şehirde yapılmış ve banisi Rüstem Paşa olan bir menzil külliyesi bulunmaktadır. Buraya bir bağlantı verilmek istenmesi bu bakımdan anlaşılabilir bir durumdur.

Sinanlı Köprüsü-EfkanSinan

Öte yandan Selimiye gibi bir şaheserin yapımının sürdüğü Edirne’ye bu yöreden malzeme taşınması için de bir kolaylık sağlanması gibi artı bir avantaj sağlanmış olabileceği de bazı araştırmacılarca kabul görmektedir. Köprü Mimar Sinan eserleri hakkında bilgilere ulaşabildiğimiz Tezkiret’ül Bünyan ve Tezkiret’ül Ebniye’de rastlıyoruz.

Sinanlı Köprüsü ( Sokollu Mehmed Paşa Köprüsü ) 124 metre uzunluğunda, sivri beş kemerlidir. Orta kemer açıklığı denemesi ile Sinan’ın diğer köprülerinden ayrılır ve mimari açıdan dikkat çeker. Azami kemer açıklığı 20.05 metreyi bulmaktadır.

Kitabesi yoktur. Üst tarafında Sinan’ın yaptığı bazı köprülerde de rastladığımız gibi bir balkonu bulunmaktadır. Lüleburgaz’da bulunana ve banisi Sokollu Mehmed Paşa’nın adıyla anılan taş köprüye mimari olarak çok benzemektedir. Aradaki mimari yorum farkı Sinanlı Köprüsü’ndeki orta kemer açıklığının fazla oluşudur.

Mimar Sinan’ın bu değerli eserinin yakın çevresi maalesef ki bakımsız, inşaat hafriyatından tutun da çöplerin biriktirildiği çevresiyle üzülünecek bir haldedir. Bu konudaki şikayetler zaman zaman basına yansımakta fakat yine de yeterli önlemlerin alınamadığı, bu ata yadigarı özel yapının layıkıyla değerlendirilemediği görülmektedir.


EDİRNE

Edirne il sınırları içerisinde yer alan Mimar Sinan eserlerini ele alırken, Edirne merkezde bulunanlar ile ilçelerinde bulunanları ayrı ayrı ele alacağız. Zira merkezde bulunan eserleri doya doya ziyaret edebilmek için şüphesiz çok zaman gerekecektir. İş bu sebeple; Sinan’ın yaşadığı dönemde Osmanlı payıtahtı olan İstanbul’dan ( Büyükçekmece ) başlayan ve Osmanlı’nın bir önceki payıtahtı Edirne’ye doğru Trakya coğrafyasında uzanan “Mimar Sinan Gezi Yolu”nun ilk etabını Edirne’ye bağlı Havsa ilçesinde sonlandırıyoruz.

Edirne üzerinden Balkanlar’a doğru uzanan sefer ve ticaret yolları üzerinde önemli bir durak olan Havsa, Edirne’ye varmazdan evelki son menzil külliyesi olan Mirmiran Kurt Kasım Paşa Külliyesi‘ne ev sahipliği yapmaktadır. Halk arasında Havsa Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi olarak da bilinen bu yapılar topluluğundan aşağıda bahsedeceğiz.

Yeri gelmişken; Edirne il sınırları içerisinde bulunan fakat Sinan elinden çıkıp günümüze ulaşamayan, İpsala ilçesindeki Hüsrev Kethüda Kervansarayı‘nı da not düşmek gerekiyor. İki payıtaht arasındaki aktif yollar üzerinde olmamasına rağmen, Çanakkale boğazı üzerinden gelen Anadolulu kafilelerin Edirne’ye yolculuklarındaki bir güzergah olarak değerlendirebileceğimiz bir noktada kurulmuş olması enteresandır. İstanbul’da çeşitli hayratları bulunan ve bunlar arasında Mimar Sinan elinden çıkmış eserlerin de olduğu Hüsrev Kethüda’nın İpsala’ya yaptırdığı bu yapıdan son kalanlar imar faaliyetleri sonucu yok edilmiştir.

HAVSA

Mirmiran Kurt Kasım Paşa kimdir ?

Kasım Paşa ya da lakabıyla Kurt Kasım Paşa, Osmanlı’nın üç büyük sultanına veziriazamlık yapmış Sokollu Mehmed Paşa’nın oğludur. Sokollu Mehmed Paşa’nın Kurt Kasım Bey’i diğer oğulları arasında daha özel gördüğü, bu sebeple vefatına çok üzülmesinden sebep bu külliyede onun adının yaşatılmasını arzu ettiği aktarılmaktadır.

Havsa Sokollu Külliyesi-Dincer AlabaşoğluTanzimat öncesi Osmanlı’da mülki ve askeri nitelili bir unvan olan “Mirmiran” rütbesi; “beylerbeyi, günümüz orgenerallik rütbesinin karşılığı, umumi valilik, askeri-mülki eyalet valiliği” gibi bir denklik bildirir. Buradan Kurt Kasım Paşa’nın Osmanlı’ya hizmetleriyle de liyakat sahibi bir kimlik olduğunu biliyoruz.

Kurt Kasım Bey’in 1572 yılında vefat ettiğinde Hersek Sancak Beyi görevini yürütmekte olduğunu yine vefeyatnameler vasıtasıyla öğreniyoruz. Kurt Kasım Paşa’ya atfedilen mezar günümüzde Havsa Belediye Binası’nın yanında, bir zamanlar adına yapılan külliyenin sınırları içerisinde olduğu şüphe götürmez bir mevkide yer almaktadır. Edirne yönüne giden araçlar Havsa merkezden geçerken bu şahsiyete atfedilen mezarın yanıbaşından geçmektedirler.

MiRMİRAN KASIM PAŞA KÜLLİYESİ

( HAVSA SOKOLLU MEHMED PAŞA KÜLLİYESİ )

Bir payıtahttan diğerine ( İstanbul – Edirne ) yolculuğumuzda Edirne’den önceki son durak yine bir menzil külliyesi olarak inşa edilmiş olan Edirne’nin Hafsa ilçesindeki “Mirmiran Kasım Paşa Külliyesi”dir. Halk arasında “Kurt Kasım Paşa Külliyesi” olarak da bilinen külliyenin bazı kaynaklarda adı, daha bilindik bir tarihi kişilik olan “Havsa Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi” diye geçmektedir.

Külliye bütünlüğü içerisindeki yapılardan Mimar Sinan eserleri hakkında sağlam kaynakçalar olarak görülen Tezkiret’ül Bünyan, Tezkiret’ül Ebniye, Tuhfet’ül Mimarin ile Adsız Risale’den bilgi sahibi oluyoruz.

Mirmiran Kurt Kasım Paşa Külliyesi; İstanbul’dan Edirne’ye uzanan sefer ve kervan yolları üzerinde neredeyse eşit uzaklıkta serpiştirilmiş görkemli Osmanlı Külliyeleri ( Büyükçekmece-Çorlu-Lüleburgaz-Babaeski ) arasında yer alır. Bu uzaklıklar kervanların ya da atlıların gün içinde binek olarak kullandıkları hayvanlarını daha fazla yormadan azami kullanabilecekleri uzaklıkları işaret eder ve dinlenmek üzere konak yeri ( menzil ) olarak belirlenmiştir. Bu sebeple genel olarak hanı da olan bu külliyeler “Menzil Külliyeleri” özellikleri taşırlar.

Havsa’daki Mirmiran Kurt Kasım Paşa Külliyesi geniş bir alana yayılmıştır. Külliye bütünlüğü içerisinde Kurt Kasım Bey Camii, medresesi imareti, hamamı, arasta ve kervansarayı yer almaktaydı. Bu yapılardan günümüze cami, hamam ve dua kubbesiyle kendini ele veren arasta kısmının bir bölümü kalabilmiştir. Diğer yapılar ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır.

Havsa Sokollu Camii - Dinçer AlabaşoğluMirmiran Kurt Kasım Paşa Külliyesi yapılarının aynı anda başlayıp bittiği düşünülemez. Buna karşılık yukarıda bahsettiğimiz kaynaklarda yapıların 1565-79 yılları arasında külliye bütünlüğü içerisindeki yerini aldığı bilinmektedir.

Osmanlı Rus Savaşı sonrası Rus işgaliyle başlayan ciddi tahribatlar, 1912-13 yıllarındaki Bulgar İşgali’nde zirve yapmış ve yapılar büyük hasar görmüştür. Halk arasında “Bulgar Mezalimi” olarak görülen bu olaylar Havsalılar’ın hafızasında derin yer etmiştir. Bu olayın acılarını diri tutmak için dikilen ve adına “İntikam Anıtı” denilen bir anıt Kurt Kasım Paşa Camii’nin avlusunun kuzeybatı köşesinde hala durmaktadır.

Balkan Savaşlarını’nın verdiği bu ağır tahribat 1939 yılında Trakya Umumi Müfettişi Kazım DİRİK Paşa’nın üstün gayretleriyle giderilmeye çalışılmış ve onarımlar yapılmıştır.

Camii : Mirmiran Kurt Kasım Paşa Camii tek kubbe ile örtülü kare planlı bir yapıdır. Düzgün kesme taş malzeme ile bina edilmiş camiye at son cemaat yerini ancak geride kalan izler vasıtasıyla tahmin etmeye çalışıyoruz. Buna göre son cemaat yerinin üç kubbeyle örtülü, bu örtülerin kemerlerle bağlanarak ayakta tutulduğu düşünülmektedir.

Cami harimine mukarnaslı bir kapıdan ulaşılmaktadır. Kısmen okunabilen taçkapısındaki kitabe Osmanlı’nın XVI. Yüzyıl şairlerinden Azmi’ye aittir. Kitabede okunabilen dizeler ancak şu kadardır :

Hazret-i paşa-yi dindar u…. .

Devlet ü…….

Müstedan Oglı üçün…….

Eyledi bir misli ü mânendi yok âli makâm !

Azmi-yi dâ!i görüb anı dedi tarihini:

Sâhibine………. dârü’s-selâm

Caminin ibadet mekanı birkaç sıra mukarnastan sonra tromplu bir kubbe ile örtülü idi. Ayrıca her cephedeki üç katlı pencereler ile iç mekan son derece mükemmel aydınlatılmıştır. Alt kattaki pencerelerin ortasına da kapaklı dolaplar yerleştirilmişti.

Mihrap mermerden olup, iki yanında iki burmalı sütun ile sınırlandırılmıştı. Mihrap nişinin üzerine çarkıfelek motifli rozetler yerleştirilmişti. Ayrıca bir palmet ile sınırlanan bu nişin üzerine de Kuran’dan alınma bir ayet yerleştirilmişti. Minberi ise mermerden olup son derece sade idi. Yapı topluluğu kesme taştan yapılmış yer yer sövelerde mermerler kullanılmıştır.

Son cemaat yerinin yanında kare kaideli yuvarlak gövdeli, tek şerefeli minaresi bulunmaktadır.

Dua Kubbesi : Sokollu Külliyesinin arastasının ortasında cami ile kervansarayı birbirinden ayıran bir dua kubbesi bulunmaktadır. Bu dua kubbesi Fütüvvet tarikatı ve esnaf loncaları ile bağlantılıdır. Burada tarih boyunca önemli merasimler yapılmakta idi. Bazı kaynaklara göre burada 300 dükkanlık bir esnaf teşkilatı bulunmaktaydı.

Dört ayağın birbirlerine sivri kemerlerle bağlandığı dua kubbesinin üst örtüsüne pandantiflerle geçilmektedir. Havsa’daki kuzey-güney yolunun ortasında adeta bir eyvan şeklindedir. Bu bölüm cami avlusuna ve kervansaray arasında bağlantıyı sağlamaktadır. Her iki yöndeki kaş kemerli iki renkli taştan yapılmış girişlerin yanında birer kemerli niş de bulunmaktadır.

Hamam : Sokollu Külliyesinin bir bölümünü oluşturan hamam cami ile birlikte 1576-1577 yıllarında yapılmıştır. Osmanlı mimarisinde çifte hamam plan düzenindeki bu hamam, kadınlar ve erkekler bölümünden meydana gelmektedir. Hamamın erkekler bölümüne çarşı içerisindeki sokakta iki sütunlu bir revaktan girilmektedir. Hamamın giriş kapısı sokak seviyesinin biraz üstünde olduğundan buraya birkaç basamakla çıkılmaktadır.

Havsa Sokollu Hamamnı ve Çeşme - Dinçer ALABAŞOĞLUKare planlı, tromplu bir kubbe ile örtülü olan soğukluk kısmı harap durumdadır. Duvarlarında nişler bulunan soğukluktan hamamın diğer bölümlerine geçilmektedir. Günümüze gelen kalıntılardan halvet bölümünün mermer kaplı olduğu anlaşılmaktadır.

Kadınlar kısmı depo olarak kullanılmıştır. Bu bölüm erkekler kısmı ile aynı plan düzenindedir. Bu bölüme kuzey yönündeki sokaktan girilmektedir. Soğukluk kısmı iki yana küçük eyvanlarla açılmış ve üzeri basık bir kubbe ile örtülmüştür. Bu bölümden halvet hücrelerine iki ayrı kapıdan girilmektedir.

Hamamın arakasında küçük kubbeli ve tonoz örtülü su deposu ile külhana ait olması gereken bazı bölümlerin izleri görülmektedir. Hamamda soğukluklarda kesme taş kullanılmıştır. Kadınlar kısmının soğukluk ve sıcaklık bölümleri moloz taştan yapılmıştır. Kemerlerde ve ara bölmelerin geçişlerinde de tuğlalara yer verilmiştir.

Dergâh : Sokollu Külliyesinin cami avlusunun kuzeydoğusunda bulunan dergâhtan yalnızca mihrap duvarı ve mihrabın çıkıntısı günümüze ulaşabilmiştir. Dergâhın hangi tarikata ait olduğu anlaşılamamaktadır. Prof. Dr. Ara Altun ve Tülay Reyhanlı bu bölümün bir süre mescit olarak kullanıldığını belirtmişlerdir. Onlardan öğrenildiğine göre, dergâhın batıdan bir girişi ve girişin iki yanında da biri mihraplı olmak üzere iki ayrı bölümden meydana gelmiştir.

Kervansaray : Sokollu Mehmet Paşa Kervansarayı, Sokollu Külliyesi ile birlikte 1576-1577 yıllarında yapılmıştır. Bu yapı günümüze gelememiştir. Sokollu Mehmet Paşa vakfiyesinden ve Evliya Çelebi ile Kâtip Çelebi’den öğrenildiğine göre külliyenin biri kervansaray olmak üzere iki hanı bulunuyordu. Ayrıca Mimar Sinan’ın yapmış olduğu eserleri belirten tezkirelerde de buradaki bir kervansaraydan söz edilmektedir.

Günümüzde bunlara ait hücrelerden bazı kalıntılar külliyenin batısında dikkati çekmektedir.

Kervansaray Sokollu Mehmet Paşa Camisi ile Dua Kubbesi aracılığı ile birleştirilmişti. Evliya Çelebi’nin Havsa Hatun Hanı diye sözünü ettiği hanın yeri de kesinlik kazanamamıştır.

İmaret : Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi ile birlikte 1576-1577 yıllarında yapılan imaretten herhangi bir kalıntı günümüze ulaşamamıştır. Ayrıca imaretin külliyenin neresinde yer aldığı da kesin olarak bilinmemektedir. Sokollu Camisi’nin yanındaki bazı duvar kalıntılarının buna ait olduğu düşünülmekle beraber bu da kesin değildir. Buradaki İlköğretim okulunun temellerinde bulunan kalıntıların da imaretle bağlantılı olması muhtemeldir.

Çeşme : Sokollu Mehmet Paşa Külliyesinin köşesinde yer alan çeşme 1778-1779’da Sultan I. Abdülhamid tarafından yaptırılmıştır. Üç cepheli olan bu çeşme geniş saçaklı olup, üzeri küçük kubbecikli barok üsluptadır.


Eskiz : Rahman KETENCİLER

Fotoğraflar : Dinçer ALABAŞOĞLU, Emrah ŞAHİN, Melih BOZACI, Özcan ÇELTİKLİ

Facebookpinterestmail