Ateş, Kül ve Duman; TORLUKÇULAR

Böylesi bir yazıda bahsi geçip dile düşesi varmış; her devrin adamıydı Ramazan abi. Ankara’nın goçlarından olmakla övünürdü en çok. Ekmek davasına geldiği Çerkezköy’de fabrika işçisi olarak işe başladığından bu yana 10 yılı aşkın bir süre geçmişti sanırım. Zaten ben onu tanıyalı 6-7 yıldan fazla zaman oluyordu.

Elli az para görünce, çevirdiği derme çatma bir dükkanda denemediği iş kalmamıştı. Her yeni bir işe giriştiğinde müteşebbis (!) kişiliğiyle bir işveren, hatta bir gün bir patron olacağına her defasında nasıl da bizleri inandırırdı.

Hayli zaman oluyor, 2007 yılının Nisan ayıydı hatırladığım; en son işinde dikiş tutturma gayretindeydi. Bir “Yırttık, yırttık !” durumu söz konusuydu sizin anlayacağınız. Bu defasında da olmazsa babasının ısrarlarıyla köye dönmesi kaçınılmazdı.

Öyle de oldu. Geçtiğimiz aylarda, burnundan kıl aldırmayan bir mağrur eda takınarak; “Kriz en çok küçük esnafı vurdu !” mihvalinden bir lakırdıyla vedalaştık.

Trakya’nın Torlukçuları…

Neyse, biz dönelim 2007′ nin Nisan ayına…

O zamanlar Çerkezköy’ün civar köy ve ilçelerine, buralardaki bakkallara, mahalle arası marketlerine öteberi taşıyor, toptancılarla kurduğu yakın ilişkiler sonucu iğneden ipliğe aklınıza gelebilecek her malzemeyi bu yerlere temin etmeye çalışıyordu. Uzun bir aradan sonra onun ziyaretine gitmiştim.

– Hadi, dedi. Mal almaya gidiyorum. Bak yoldan gelmişin, işim var deyip çıkmam olmaz. Seni de götüreyim, hem gezmiş olursun hem de yolda konuşuruz.

Torlukcular3@YektaAliKURTULUŞİki adım yola gideceğimizi düşünen ben, ona aldanıp yola çıktım. Külüstür denilesi bir araçla, önce Çerkezköy-Silivri yolunu bir süre takip ettik. Bozuk orman içi yollardan oldukça uzun ve zahmetli bir yolculuk sonrası, ormanın orta yerinde, genişçe açıklık bir alana geldik. Çatalca sınırları içinde olduğunu söylediği bu yer, ilçenin Karamandere ile Karacaköy yerleşimleri yakınlarındaydı. Karadeniz kıyılarına ve Terkos gölüne yakın olduğumuzu da yapılan balık avı sohbetlerinden anlıyabilmiştim. Zira Istrancaların bu kısmına bugüne değin hiç gelmemiştim.

Bir Trakyalı olarak adlarını çok duyduğum ama şimdiye kadar hiç görmediğim torlukçularla ilk defa orada karşılaştım.

Trakya’da daha çok bu isimle biliniyorlar. Torlukçu… Anadolu’ da ise “Torakçı” diye dillendiriliyorlar. Yani odun kömürü işçileri…

Orman içinde iş makineleriyle düzleştirildiği anlaşılan hepi topu mahalle arasındaki bir futbol sahası kadar açıklık bir alandı burası. Bu alanın rüzgar alan yönleri tahtadan-suntadan çakılmış derme çatma çitlerle çevrelenmişti. Böylece aşırı rüzgar alması bir parça engellenmiş, ormana ateş sıçraması riski de azaltılmış oluyordu.

Çitlerin dışında yer alan derme çatma kulübeler hemen göze çarpıyordu. Bazıları tahtaların lahetayn çakılıp, etrafının ve üzerinin naylon örtülerle, brandalarla kaplanmasıyla hazırlanmıştı. Nispeten ılık geçen Nisan ayına rağmen, geceler hala çok soğuktu. Öyleydi ki, kulübelerden dışarı uzanan bazı baca borularından sönmeye durmuş dumanlar tütüyordu. Gece torluk nöbetinden bitap düşen işçilerden bazıları içeride yatıyordu besbelli.

Torlukcular7@YektaAliKURTULUŞ

Gürgen ağaççıklarının oluşturduğu topluluğun orta yerinin açılıp, etrafının kuru gazal dallarıyla çevrelenmesiyle oluşturulan kuytuluklarda ise gündüz yemekleri yeniliyormuş.

Bir başka köşeye yığılmış kürekler, ağaç dişli tırmıklar, gelberiler, çalı süpürgeleri, demir faraşlar ile her hangi bir kıvılcım atlamasına hemen müdahale edebilmek için paslanmış su tankerleri ve yanında yönünde içleri su ile doldurulmuş büyük yağ tenekeleri hemen göze çarpıyordu.

Şaban Aga‘yı burada tanıdım.“Aga” lakabı Rumeli kökenlilerin büyükleri için ünvan bulamadıklarında saygı için kullandıkları bir ünleme. “Şaban Aga” demem o yüzden…

Şaban Aga, 98 yılındaki zorunlu göçle Bulgaristan’ın Kırcaali yöresinden gelip, Çatalca civarındaki yakınlarının yanına yerleştirilen bir göçmendi. 45-50’lerinde vardı sanırım. Şivesi onu ele vermese, yer yer oksijenli suyla açılmış gibi duran yağmur yemiş saman sarısı gibi saçlarıyla, kırmızı elma gibi yanakları, çakır gözleri ve yüzüne iyice oturmuş çilleri bile onun bir “Macır” ( Muhacir ) olduğunu söyleyebilirdi.

Terkos gölü yakınlarındaki bir çiflik evinde çalışıyordu Şaban Aga. Çifliğin sahipleri ise birkaç haftada bir geliyormuş İstanbul’ dan. Zaten tüm işleri çekip çeviren eşinden destek, çiflik sahibinden de izin alarak boş zamanlarında ek iş olarak torlukçuların yanına geldiğinden bahsetti ayaküstü.

– Zor iş bu torluk nöbeti. Gözünü bir an bile ayırmayacaksın torluktan…dedi. Bizim gavurda ( Bulgaristan’ ı kastediyor…) Şıpka Balkan’ında hep yapardık bu işi. Sizin buralarda pek yok bu iş, diye de ekledi ardından.

Torlukcular5@YektaAliKURTULUŞ

Şaban Aga muhtemelen bildiği kadarıyla Trakya’yı kastetmişti o gün. Oysa Trakya gibi Türkiye’ nin pekçok bölgesinde hala önemli bir orman işçiliği, önemli bir zanaat torlukçuluk. Örneğin; İstanbul’un hemen Anadolu yakasında Şile’den tutun Batı Karadeniz’in birçok yerinde torlukçulara rastlarsınız. Şile, Kocaeli, Kandıra, Düzce, Akçakoca, Zonguldak, Karabük, Cide, Çankırı…

Antalya’dan Mersin Mut’a doğru uzanan Toroslar ardı bozuk ormanlıklarda da kontrollü olarak yapıldığını da çok sonraları okuyacaktım.

Daha pekçok yer; Bursa, Çanakkale, Balıkesir, Manisa civarı…

Mecbur Hayatlar…

Fotoğraflarıyla torlukçuların hayatlarını belgesele dönüştüren Cemal DAŞ ise, kendileriyle neredeyse organik bir bağ kurduğunu söylediği torlukçularla Çankırı ve Bafa Gölü etrafındaki bölgelerde karşılaştığını bahsediyor. Bafa Gölü civarında yaşayanların, işin gereklerine göre kimi zaman İzmir yönüne kuzeye, bazen de Yatağan’a doğru güneye indiklerini anlatıyor. Sonra uzun bir süre sonra yeniden Bafa’ ya doğru geri dönüşlerini…

“Mecbur hayatlar” yaşıyor herbiri. Nüfus cüzdanlarında Mardin yazsa da, kimbilir kaç senedir memleketlerini görmedikleri işin can acıtan yönü. Naylon damı olan kulübelerde doğan çocuklar ise, kütüğe yazılı oldukları memleketlerini ancak okullarda haritalardan öğrenebilecekler. Tabi o da mümkün olabilirse…

Zira o kadar çok yer değiştiriyorlar ki, çocuklarını okutabildiklerini söylemek çok zor. Taşımalı eğitimle bu sorunları bir parça aşmaya çalışmış olsalar da, bunu tamamiyle başarabilmek çoğu zaman çok zor onar için. Oysa onlar da çocuklarının okumalarını, kendi ayakları üzerinde durabilecekleri temiz bir iş sahibi olmalarını, hayata mecbur kalmamalarını herkesten fazla istiyorlar.

Torlukcular4@YektaAliKURTULUŞ

Cemal DAŞ‘ın aktardığı bu izlenimlerden sonra söz düğümleniveriyor.

Tekrar iki buçuk yıl önceye dönüyorum bir anda. Şaban Aga’nın ek iş yapmasını, hatta ne iş olursa olsun yapmasını, Çanakkale’de üniversite okuttuğu kızına bağladığını hatırlıyorum.

– Bizim gavurda ( Göçler geldiği Bulgaristan’ı kastediyor…) okumayan insan yok. Kız kısmısı kocaya bile varacak olsa, diplomalı anne olsun. Bizler çalışalım ki onlar okusunlar, diyor.

Şimdi düşündüğümde Şaban Aga’nın kızının babasının bu özverili tutumunu hakederek layıkıyla bir hayat sürdüğünü ümit ediyorum. Ve her çocuğun hakkı olan eğitime en dolaysız yoldan ulaşabilmesi için toplum olarak herkesin katkı sağlaması gerektiğini dile getirmek istiyorum.

Torlukçuluk…

Şimdi biraz da torlukçuluktan bahsedelim.

Odun kömürü yapılmak için açılan kuyulara ocak, torluk gibi isimler veriliyor. Ormana yakın yerler tercih ediliyor ki, hammaddeye de yakın olunabilsin. Öte yandan ormanın zarar görmemesi içinazami dikkati göstermek torlukçular için olmazsa olmaz bir iş düsturu. Aynı yerde uzunca bir süre üretim yapılamadığı için, sonrasında torlukların başka bir yerde kurulması şart oluyor. İşte işin göçebelik tarafı da bu zorunluktan kaynaklanıyor.

Torlukcular6@YektaAliKURTULUŞ

Önceki kuyulardan kalan cüruflar, küller tozu toprağıla elenip bir kenara alınıyor. Bu cüruflu yığınlar daha sonra ıslatılıp, meşe odunlarından çakılan torluk kubbelerinin etrafına balçık gibi sıvanacaklar.

Kuyuların orta yerine daha sonra yukarıdan çekilecek bir ana direk yerleştirilir. Direğin etrafına kolay tutuşabilecek otlar,gazel dalları, pülürler, sap saman sıkıca yığılıyor. Bu bölüm tutuşmanın gerçekleşeceği ve torluk kubbesinin en dip en ortasında yer alacak bölümü oluşturuyor. Böylece aşağıdan başlayan yanma, yukarıya doğru ilerledikçe torluk yavaş yavaş çökmeye başlayacak.

Tutuşmayı sağlayacak bu yığının etrafına 60-100 cm uzunluğunda, kalın düz ve sık dokulu meşe dalları dizilmeye başlanır. En alttaki sırayı oluşturan meşe dalları en uzunlardan seçilir. Hafif bir eğim verilerek, yanma merkezi etrafından itibaren torluk çakılmaya başlanır. Dallar sıkı bir şekilde mutazamca dizilip yükseldikçe, bazen 3 metreyi bulan huni şeklinde bir kubbe görünümüne kavuşur. Son sıralar dizilirken, artık merdivene ihtiyaç duyulmaya başlanır.

Torluğun meşe dallarından kısımları çatılınca, üzeri sap saman, gazel dalları vs…ise örtülür. Bir parça ıslatılan bu örtü, ayrıca ıslatılmış cüruf ve küllerle iyice sıvanır. Torluğun dışarıdan hava almasına böylece müsade edilmez.

Torluğun ortasına diklemesine çatılan ana direk alınarak, burada oluşan boşluktan aşağıya, benzine bulanmış bir bez tutuşturularak en aşağıya sarkıtılır. En altta ve odun kütlelerinin orta yerindeki yanıcı tabakanın ateş alaması sağlanır.

Kuyunun istenen kıvamda tutuşum yanması çok önemlidir. Aksi halde hızlı bir yanma veya kuyuda oluşabilecek bir patlama ile tüm emeklerin bir anda ateş,kül ve dumana dönmesi işten bile değil.

Arada üst kısımlarda açılan boşluklarla istenen yanma kıvamı yakalanmaya çalışılır. Ateş hızlanacak olursa bu açıklıkların hemen kapatılması gerekir. İstenen içli yanma kıvamına üç-beş gün gibi bir sürede erişilebilir. Bundan sonra tüm gün ve geceler boyunca sürecek torluk nöbetleri başlayacaktır. Torluğun patlamaması için, çökmeler sonucu oluşan açıklıklar hızla kapatılır. İçten içe yanan torluk günden güne çökmeye başlar. Torluğun söküleceği zamanı ise kömür işçileri senelerin tecrübesiyle anlarlar. Bu mevsim şartlarına göre ( yağış, rüzgar vs…) 10-15 günü bile bulabilmektedir. Bu süre boyunca birkaç saatte bir kurulacak alarmlar, sizi uyandıracak ve o ocaklar işlem bitene kadar sürekli kontrol altında tutulacaktır.

Torlukcular2@YektaAliKURTULUŞ

Yanmasını tamamlayan ocaklar bir iki gün soğumaya bırakılır. Üstteki cüruflar gelberi ile bir kenara toplanır. Ola ki, bunlar bir başka ocak kurulurken yeniden kullanılsın. Odun kömürleri çok fazla ufalanmadan kırıklanarak çuvallara doldurulur. Bu arada çok dikkatli olmak gereklidir. Açıldıkça oksijenle buluşan alttaki parçaların yeniden tutuşma riski vardır. Bunlara hemen müdahale edilerek södürülür. Daha ince parçacıklar kum eleğinden geçirilerek üstte kalanlar çuvallara alınır. Aşağı düşen küller ise bir başka ocağın sıvanmasında kullanılmak üzere bir kenara toplanır. Altı yedi ton meşe odunundan yaklaşık bir ton civarında odun kömürü elde edilir. Hatta, rüzgarlı havalarda veya çabuk müdahale edilmeyen hızlı yanmalarda bu oran on ton meşe odununda bir tona kadar düşebilir bile. Yapılan bunca zahmetli işin sonunda elde edilen paraysa yok bahası. Bu zahmetli iş sonunda evlerimize kadar ulaşan odun kömürleriyse artık kahkaha dolu pikniklerin, mangal sofralarının aksesuarı oluverir.

İşte böylesi bir sabır ve özveri dolu, alınteriyle taçlandırılmış bir iş kolu, bir gelenek torlukçuluk.

Trakya’da özellikle Istrancalar’ın güney yamaçlarına bakan yerlerde, Kırklareli’ nin Vize ilçesinden Çatalca’nın Karadeniz’e kavuşan tepelerde kurulu olan köylerine kadar yapımı yaygındır. Özellikle Vize’ nin Küçükyayla, Kışlacık, Evrencik, Kömürköy, Balkayalar gibi yerleşimlerinde hala geleneği sıkı sıkıya sürdürenlere raslamak mümkündür. Bu bölgeden ayrı olarak Saros körfezine bakan Korudağ yamaçlarındaki birkaç köyde daha küçük ölçeklerde odun kömürü yapımına rasanmaktadır. Malkara Teteköy’de yapılan meşe kömürü ise civarın meşhur satır et ustalarının “İlla ki Teteköy meşe kömürü olacak ocakta” diye meslek inceliklerini standarta bağlayacakları kadar meşhurdur.

Odun kömürü yapımının mevsimsel bir zamanlaması olmasa da, ormanda çıkabilecek yangın ihtimallerini en aza indirmek için yaz ayları tercih edilmez. Şubat sonundan Mayıs’ a kadar olan sürede yaşanan yoğun üretim yaz döneminde mangalcıları hedefleyen ticari bir planlama gereğidir. Peki ya, sonbahardan kışa doğru uzanan dönemde torlukçuluğun yoğun yapılmasının sebebi ne olabilir? Cevap aslında çok basit, balık sezonunun gelmiş olması…

2007 Nisan’ ında ilk defa Çatalca kırsalında rastladığım Trakya’daki torlukçular, kökü kimbilir ne kadar geriye uzanan bir geleneğin son mirasçıları. Bu işle uğraşanların çoğunun çocukları Çerkezköy, Çorlu, Lüleburgaz gibi sanayi bölgelerine iş bulmak ümidiyle göçüp, yerleşmişler. Bu mesleği bilen orta ve genç kuşak günden güne azalmış, tükenme noktasına gelmiş. Eskiden kadınların bile aktif olarak görüldüğü Trakya’daki ocaklarda artık Anadolu’dan gelen torlukçulara rastlanıyor.

Bahtımın Karası, Alnımın Lekesi…

Trakya'nınTorlukcuları@YektaAliKURTULUŞ

Bozulmuş ocaklarda hala sızan grinin tonlarındaki dumanlar arasında dolaşıp cigarasını tüttüren Şaban Aga özetiyordu o gün durumu.

– Sizinkiler çıktığı kabuğu beğenmiyor. Ben buradakiler kadar kibar fukara görmedim. Nefesleri koksa da, iş buldu mu beğenmezler. Ondandır ya, Anadol’dan gelmeye başladı buralara.

“Sizinkiler” diyerek Avrupa görmüş Şaban Aga kendini Trakya’nın yerlilerinden ayırıyor bir anda. Haklı da galiba. Belki de onlar Trakya’nın son torlukçuları. Bunu bilemeyiz. Yersiz yurtsuz dumanaltı bir yaşam sürerken hayata başka tutunmaya çalışıyorlar.

Bu zahmetli işe mecbur oluşlarını “Bahtımın karasını alnımın lekesinden okuyabilirsin işte” diye özetliyorlar. İçlerinden biri dumandan ağırlaşmış yüzüne düşen saçlarını açıp, alınlarındaki lekeleri göstermek isterken, yüzüne yeni bir leke daha bırakıyor istemeden. “Sil sil çıkmıyor.” diye ekliyor.

Dumana kesmiş ocaklar arasında cigara(!) içmek ise burada rastladığım en komik olaydı herhalde. Cigarasından ağız dolusu dumanı torlukların dumanına kararken, çenesine “Benim kefen param.” diye çaktırdığı iki altın dişi ayın on dördü gibi parlayan Şaban Aga alıyor sözü yine. En çok da o sözü aklımda kalıyor…

– Baksana sen halimize. Beş kuruş para için kir, pas, duman içinde çalışıyoruz. Bir bildiğim varsa, o da cigaradan ölmeyeceğimiz.

Yazı : Dinçer ALABAŞOĞLU

Fotoğraflar : Yekta Ali KURTULUŞ


İlk olarak 2007 yılında kaleme alıp, 2009 yılında yayımladığım bu yazıya Yekta Ali KURTULUŞ‘un 2014 Mart ayında Çatalca bölgesinde yaptığı çekimler öylesine denk düştü ki… Hayata değen fotoğrafları, eksilmeyen desteği için sonsuz teşekkürlerimle…

Facebookpinterestmail