Saros’a Ağıt
Ünlü Fransız deniz bilimcisi Kaptan Cousteau (Jacques-Yves Cousteau ) boşuna övmüş olamaz ya; üç tarafı denizlerle çevrili Trakya’nın en temiz, en dingin sularına ev sahipliği yapar Saros Körfezi. Fethiye’den tutun Gökçeada açıklarına kadar cümle koylarını, kıyılarını “Ege’nin mavi gözleri…” diye övecek olsanız, Kuzey Ege’nin bu özel köşesinden bahsederken “mavi” demek az kalacaktır. İpil bir yağmurda, ancak saçlarınızın perçemini titretecek bir esintide, gündüz güneş, geceyse ister hilalinden ister tabak gibi dolunay düşse billur sularına hemencecik menevileşen cilvesiyle, “çakır gözlü Saros”tur o.
Mecidiye-Gökçetepe-İbrice Doğa Yürüyüşü
Zirve Dağcılık Tekirdağ Şubesi’nin her hafta sonu düzenlediği doğa yürüyüşlerinden birine daha katılmak üzere kalabalık bir ekiple birlikte, sabahın ilk saatlerinde Çorlu, Tekirdağ, Lüleburgaz ve Çerkezköy’den yola koyuluyor; Keşan Doğa, Çevre ve Kültür Derneği’nin ( DOÇEK ) misafiri olarak çok keyifli bir rotada yürüyeceğimiz ümidiyle varıyoruz Mecidiye’ye.
Mecidiye, Edirne’nin Keşan ilçesine bağlı bir belde yerleşimi. Saros kıyılarına hepi topu 3-4 km uzakta olmasına rağmen, beldedeki “kiralık pansiyon” yazılı tabelaların bolluğu bile denizin kıyıcığında olduğunuzu ele verir. Kaldı ki, bu civardaki Saros yerleşimleri arasında en güzel kıyılar, koylar Mecidiye’ye nasiptir. İbrice, İtalyan koyu, Uzunkum, Derindere-Mağralar koyu, Mecidiye sahili…
Yazları deniz-kum-güneş diye ilenen günübirlik veya yazlıkçı tatilcilerle dolar taşar Saros’un bu bölümü. Hele hafta sonları iğne atsan yere düşmez. Kaptan Cousteau’nun övgüsüne mazhar bu kıyılar arasında bulunan ve Mecidiye’ye 4 km mesafedeki İbrice limanı, dalış tutkunlarının, derinlik sarhoşluğuna kapılanların mabedi gibidir. Senenin büyük bölümünde burada hizmet veren dalış okullarını bulmanız pekala mümkün.
Doğa yürüyüşümüz boyunca evela Mecidiye’nin yaslandığı çam ormanlarından tepeler arasındaki vadiler boyunca yürüyerek Kartalkayalar denilen mevkiye, oradan tümden bir Saros körfezini ve gerisindeki Keşan ovalarını gören bir mevkide yer alan orman gözetleme kulesine uzanacağız. Evreşealtı’ndan tutun da ( Körfezi’in en ucu ) Yunanistan’ın Semadirek adasına doğru uzanan Saros manzarasının seyrine dalıp, denize doğru akacağız. Bu defa Gökçetepe Tabiat Parkı’nın, halk arasında bilinen adıyla Gökçetepe Orman Kampı’nın kıyısından başlayarak Saros kıyılarını İbrice limanına kadar siya siya dolaşacağız.
Yürüyüşümüz Mecidiye beldesinin içerisindeki sokaklardan birine saparak başlıyor. Kısa süre içinde Mecidiye göletinin de üzerinde olduğu Kartalkayalar denilen vadiye giden orman yoluna giriyoruz. Her iki kulübün katılımıyla gerçekleşen yürüyüşe 200 civarında kişi katılıyor. Çok zor olmayan bir rotada yürümüyor olsak böylesi bir kalabalığı idare etmek zor olabilirdi. Lakin her iki kulübün deneyimli görevlileri yürüyüşün sorunsuz geçmesi için pür dikkat kesiliyorlar.
Beldenin çıkışındaki o ulu ağacın altındaki çeşme, yürüyüş boyunca ihtiyacımız olacak suyumuzu yedeklememiz için son şans. Zira neredeyse bir daire çizerek, Mecidiye’nin İbrice limanına gelinceye değin yaklaşık 15 km üzerinde bir yol tepeceğiz.
Mecidiye göletine doğru çok da zorlamayan bir meyille tırmanırken, yanımızda yönümüzdeki doku değişiveriyor ve göleti karşıladığımız mevkide artık tamamen çam ormanları manzaraya hakim oluyor. Göletin suyu bu yıl ki tarımsal kuraklık sebebiyle oldukça azalmış görünüyor. Yer yer bataklığa dönmüş ufak adacıklar kıyıya yakın kesimlerde hemen kendini ele veriyor.
İç acıtıcı olan bir diğer durum ise ise göletin sonuna yaklaşırken solumuzda yükselen yamaç boyunca yanmış bir orman dokusuyla karşılaşmamız. Göletin hemen kıyısında oynayan çocuğun anne babasını, bu yanmış orman dokusundan arta kalan ağaç parçalarını, çam kozalaklarını kışlık yapmak üzere ayıklamaya çalışırken görüyoruz. Ne kadar küçük bir alan yanmış gibi görünse de insanın yine de canı acıyor.
Ufak molalarla yola devam ederken, gölün gerisine doğru sağlı sollu tepecikler bizi gittikçe derinleşen bir vadiye doğru hapsetmeye başlıyor. Neyse ki yeşil doku bizi terk etmiyor. Gelgelelim göleti beslediğini düşündüğümüz ve azgın zamanlarında heybetli akıyor olabileceğini vadide yarattığı tahribattan anladığımız derenin suları çoktan çekilmiş. Bu kurumuş akarsu yatağı boyunca ilerleyerek Kartalkayalar denilen mevkiye varıyoruz. Dere yatağının toslayıp kıvrım yaptığı bir dizi taş duvar yükseltisi burası. Sivri kaya yükseltiler ağaç öbeklerin arasından göğe doğru uzanıyor.
Soluklandığımız bu mevkide yürek burkucu bilgiyi DOÇEK’ten dostlarımız paylaşıyor. Bu vadi taş ocağı yapılmak üzere günden güne artan bir tehtid ile yüzyüze, maalesef. Kaldı ki bu civardaki tek örnek bu değil. Çok değil birkaç kilometre ötemizde, yürüyüşün sonunda o çirkin yüzünü göreceğimiz İbrice limanının yanı başında başka başka ocaklar orman dokusunu kemirip duruyor. Deniz turizmi için İstanbul gibi büyük bir metropolden ve civar illerden yoğun ziyaretçi alan böylesi bir coğrafyada, DOÇEK gibi derneklerce oluşturulmaya çalışılan samimi farkındalık, ne yazık ki hedefine bir türlü varamıyor. Sahipleneni olmayan bir vurdumduymazlıktır gidiyor.
Bu acı tablonun dekorunu gerimizde bırakarak ve bir sonraki gezimizde aynı bulup bulamayacağımızdan bile şüphe duyarak yeniden yola koyuluyoruz. Vadinin oyularak havuzlaşmış bir kesiminde bir parça su gördükten sonra, orman gözetleme kulesine doğru uzanan ağaççıklarla çevrili bir patika boyunca yükselmeye başlıyoruz. Çok sert bir yükselti olmamasına rağmen, Ekim ayının ortalarında bize rastgelen sıcak hava bunalttıkça bunaltıyor. Biz yükseldikçe, yürüdüğümüz vadiyi çevreleyen tepeler ve Kartalkayalar’ın sivri kayalıkları gerilerde manzaramıza giriyor. “Çok yürümüşüz…” diyenlerin konuşmaları kulağıma çalınıyor.
Zirveye yaklaştıkça eğim yumuşuyor ve serin bir rüzgar akımı içerisinde yürüdüğümüz ağaçtan koridoru doldurmaya başlıyor. Nihayet zirvedeki orman gözetleme kulesiyle birlikte bir baştan bir başa Saros manzarası da görüşümüze giriyor. Yüzümüzü yalayan serinliğin sebebi böylelikle anlaşılıyor.
Gökçetepe köyüne daha yakın mesafedeki bu orman gözetleme kulesinin olduğu tepede yaklaşık yarım saatlik bir mola veriyoruz. Manzara doyumsuz. Karşıda Gelibolu yarımadasının kıyıları ayan beyan görünürken, bizim olduğumuz kıyılara paralel uzanıyor. Körfez Evreşealtı ve Üç Adalar’a doğru sokularak nihayetleniyor. Körfezin diğer ucu ise Yunanistan’ın Semadirek adası açıklarına doğru genişleyerek Çanakkale boğazı önlerinde Kuzey Ege sularına bağlanıyor.
Aşağıda Gökçetepe köyünün sahil mahallesi, çoğu beyaz boyalı yazlık evleriyle kendini ele veriyor. Hatta onun üç-dört kilometre gerisinde yer alan Kale mevkiini gözle seçebiliyorum. Sazlıdere ve Evreşealtı önlerinde Üç Adalar… Gökçetepe yakınlarında geçtiğimiz yaz ortasında gerçekleşen büyük orman yangınının bıraktığı enkazı bu denli uzaktan bile seçebiliyorum. Haberde okuduğum kadarıyla o civarda tarımsal faaliyet yürüten birilerinin anız yangını bir faciaya dönüşmüş, birkaç günde ancak kontrol edilebilmişti. Ders alabildik mi acaba, bilemiyorum.
Molanın sonrasında aşağıdaki denize doğru akabilmek için adımlarımızı hızlandırıyoruz. Zirvedeki makilikler daha aşağılarda gürleyen bir çam ormanı dokusuna yerini bırakıp bizi sarmalıyor. Bir koyun ağılı ve arı kovanlarının yer aldığı bir açıklıktan geçip, aşağılara, denize doğru alçalıyoruz. Yola kavuştuğumuz yer ise Gökçetepe Tabiat Parkı adıyla işletilen eski orman kampının İbrice yönüne doğru en uç sınırı. Tel örgüyle çevrelenmiş bu korunaklı bölge yaz aylarında kamp-karavan turizmini müdavimlerinin büyük ilgi gösterdikleri bir yer. İçerisinde ihtiyaçlarınıza cevaz verecek tesislerin bulunduğu, billur denizi ile tercih edilen koylara sahip, çam ormanı içerisinde oldukça geniş bir alan burası.
Deniz seviyesinden en fazla 20-30 metre yüksekte kıyıya paralel ilerleyen yol boyunca İbrice yönüne doğru Saros kıyılarını katetmeye başlıyoruz. Zaman zaman geriye dönüp baktıkça, çam ağaçları arasında gizlenmiş Gökçetepe yönüne doğru irili ufaklı koyların seyrine doyum olmuyor.
Saros’un Gözlerinin Feri Sönüyor…
Size hep böylesi güzelliklerden bahsedeceğimi düşündüğünüz bir anda, mavinin sarhoşluğuna kapılmış melankolik ruhlarımızı sarsmanın vakti geldi sanırım. İbriceye değin yaklaşık 7-8 kilometrelik bir yol yürüyeceğiz. Solumuzda sürekli pırıltılı bir deniz, zaman zamansa her iki yanımızda yeşilin en kesifinden orman dokusu sarmalayacak bizi. Ve bu yol boyunca neredeyse her yüz-iki yüz metrede bir rastlar olacağımız çöp dağları…
Henüz bir ay öncesine değin binlerce kişiyle dolan bu kıyılarda, koylarda el ayak çekildiğinde çirkinlik daha da kendini ortaya koyuyor. Belli ki burada görevli birilerince aşağıdaki kıyılardan toplanan çöpler, ancak denizden 20-30 metre yükseklikteki yol boyuna taşınabilmiş. Öbekler halinde yolun belli kesimlerine istiflenmiş çöpler öyle kesif kokuyor ki, kimseler gelip o vakitten sonra buradan dahi uzaklaştırılamamış. Buna rağmen daha dik yamaçlardan aşağılara baktığımızda ormanın içerisinden çıkartılamamış çöp dağlarını ayrıca görebiliyoruz.
İnanın insanı utandıran bir manzara. Failini aramıyorum. Suçlu bu kıyıları ziyaret etmiş herkes. Denizine girmiş, havasını solumuş, yasak olması gerekirken kıyının hemen gerisindeki çam ormanlarında piknik ateşleri yakıp mangalını yapmış, kıyılarında kamp kurmuş, ola ki bizler gibi doğa yürüyüşlerine katılıp doğanın mottosu olan “Geride ayak izlerinden başka bir şey bırakmayacaksın!” düsturundan sapmış herkes, hepimiz suçluyuz. Kimse kendini sıyırmasın, “Ne kadar pismiş burası, bir daha asla gelmem…” diye hedef saptırmasın. Beraberinde getirdiğin çöpünü geri götürmeyen ve orman içine atan SEN de suçlusun. Yılda bir defa yazlık evlerinin kapısını açarsa açar olmuş yazlıkçılar, sizler de suçlusunuz. Evlerinizi böylesi bir yöre için “Sezon kısa ne yapalım ?” diyerek neredeyse “fahiş” denilecek fiyatlarla kiralamayı biliyorsan, o yöredeki temizlik faaliyetleri için hem evini kiraya verdiğin konuklarında o bilinci oluşturmak, hem de temizlik için ilgili mercileri sürekli uyarmak senin de görevin.
“Niye toplanmıyor ?” diye işi eti budu belli, araç gereçten yoksun belde belediyelerine; orman işletmelerinin üzerine yıkmak kolaycılık olabilir ancak. Şu duruma bakar mısınız hele ? Çöpler ancak kıyıdan 30-40 metre irtifadaki orman yoluna istiflenebilmiş. Çünkü İbrice’ye değin tek bir çöp kovası bulamıyorsunuz.
Bir Tatlı Huzur; DELİLİMAN
Nihayet bu çıldırtan tabloda ufak bir soluk alabileceğimiz mola yerimize varıyoruz. Deliliman… Çam ormanının hemen kıyısında birkaç yüz metre uzunlukta, keyif dolu bir manzaraya sahip Deliliman. Gerisindeki orman dokusu neredeyse deniz seviyesinde olduğu için yaz dönemlerinde oldukça fazla ziyaretçi ağırladığı aşikar. Bunu etrafa dağılmış ve toplanamamış çöplerden ve yakılan piknik ateşlerinin taşlarla çevrili öbeklerinden anlıyoruz. Tüm bu çirkinliğe rağmen Deliliman huzur dolu, gelenlerin dingin sularına kendisini bırakmasını şiddetle tavsiye edebileceğim bir yer.
Nitekim Ekim ayının 16’sı olmasına rağmen, ekibimizden bazı arkadaşlar bu fırsatı kaçırmıyorlar. Bu kıyılarda yılın son deniz keyfi yapan kişileri olmayı başarıyorlar. Nitekim bu yazıyı kaleme aldığım bir ertesi gün, Trakya’nın tamamı yağışa ve oldukça soğuk bir haftaya uyanıyor. O denize giren arkadaşları düşündükçe, neden denemediğimi düşünüp hayıflanıyorum.
Burada yemek molasını veriyoruz. Güneşlenenler, ayaklarını suya sokarak yorgunluk atanlar, beraberlerinde getirdikleri atıştırmalıklar ile yolun geri kalanı için güç toplamaya çalışanlar…Fakat sahilin gerisinden gelen kahkaha dolu sesler ve müzik hemen dikkatimizi oraya çevirmemize neden oluveriyor. DOÇEK’ten Keşanlı dostlarımız, tam da kodlarına işlenmiş bir ayrıcalıkla (!) kendilerini müziğin davetine kaptırıp oynamaya koyuluyorlar. Trakya’nın her tarafında göreceğiniz coşku Keşanlılar’ca katmerlenerek ortaya dökülüyor. Karşılamalar, Roman havaları, gelin-damat halayı… Coşku tavan yapıyor !
Deliliman’da her iki ekibin de üyeleriyle hatıra fotoğrafı çekiliyor, bu manzarayı geride bırakarak çam ağaçları ile kaplı keyif dolu bir orman içi patikadan yine Mecidiye-İbrice sahil yoluna çıkıyoruz. Dantel gibi kıyıları takip ederek, zaman zaman da kıyıdan yola yükselen ağaçların arasından Saros’un billur sularını seyrederek yolu takip ediyoruz. İbrice’ye yaklaşırken Derindere koyunun manzarası güneşin bulutlar arasından yaptığı gölge oyunlarıyla katmerleniyor.
O korkunç çöp manzaraları maalesef ki İbrice limanına kadar bizi bırakmıyor. İbrice’ye yaklaştığımızı ise limanın hemen sırtını yasladığı tepelere kanser hücresi gibi çöreklenmiş devasa taş ocaklarını görünce anlıyoruz. Bu yörenin bir başka sorunu da bu taş ocakları. Dalış turizmi gibi katmadeğeri yüksek konsept turizm yürütmeyi hedeflediğiniz, Türkiye’nin en iyi dalış merkezlerinden birinin hepi topu birkaç yüz metre uzağında böylesi bir manzara anlaşılabilir bir şey değil. Onun orman dokusunda yarattığı tahribat ve kirlik ile Mecdiye-İbrice arasındaki, hatta hatta Keşan’a kadar uzanan tüm bir yol boyunca ( ki burası Erikli, Yayla sahili gibi Keşan’ın diğer deniz turizmi merkezlerine giden yoldur da ) ağır tonajlı araçların yarattığı tehlikler cabası.
İbrice limanının denize bağlandığı tepede, limana gelenlerin görebileceği kadar açıklık bir alanda yine o çöp dağları karşılıyor bizi. Limanın içini dolaşınca durumun farklı olmadığını görüyoruz. Burada dalış okulları başta olmak üzere, balıkçı barınakları ve yeme-içme mekanı küçük işletmeler bulunuyor. “Evinin önünü toplamak…” derler ya, burada da ters giden bir durum var. Limanı şekillendiren büyük kayalıkların her tarafı çer-çöp, kırılmış şişeler gibi kirleticilerle dolu. Liman içinde bulabileceğiniz çöp kovaları yetersiz. Her tarafta bir keyfilik, aldırmazlık var maalesef. “Türkiye’deki en iyi dalış merkezlerinden biri…” diye övdüğümüz İbrice’nin bu halinden, burada iş yapanlar hiç mi rahatsız değildir, merak ediyorum. Hal böyle olunca, Saros’a o basında öve öve bitiremediğiniz “yapay tarihi resif” projelerinden yapsanız da, bunun sürdürülebilir tarafı olmaz. Öyle ki, yarım saat mola verdiğimiz İbrice’de, oraya ilk defa geldiklerini düşündüğüm bir çiftin “Burası mıymış ?” diye dudak bükerek yaptığı konuşmada o memnuniyetsizliği gördüğümü de eklemeliyim. Yıllarca bu yöreyi dolaşmış biri olarak, benim de son senelerde duyduğum hissiyat maalesef ki bu yönde.
Bu yörenin turizm vizyonu için kafa patlatanların durup bir daha düşünmeleri gerektiğine inanıyorum. Ben sadece çevresel açılardan bir günlük doğa yürüyüşünde rastladıklarımdan bahsediyorum fakat yeme-içmeden, konaklamaya, alt yapıdan diğer çevre kaynaklı olanlara kadar gittikçe büyüyen bir sorunlar yumağı bu bölgeyi kuşattıkça kuşatıyor. Hal böyle olunca şarkıcıların gece konserlerine kadar indirgenmiş, içeriği boş, adında “turizm” olan kent festivalleri çok daha anlamsız kalacak.
16 Ekim 2016 tarihli Mecidiye-Kartalkayalar-Gökçetepe-İbrice rotasına ait doğa yürüyüşü notları…
Yazı & Fotoğraf : Dinçer ALABAŞOĞLU